Küçük dar dünyasında insan mutluluk tabloları inşa etmek için çırpınıyor. Nefis etrafında dönen bir dünyada, arzularını hayatın merkezine koyan insan kendi etrafında dönüyor. Kısır bir döngü içerisinde ye, iç, tüket, bitir ekseninde sürüklenen insan yaşadığını sanıyor. Egosuna tapınıyor adeta. Varoluşsal tarifini yapmak için afakta ve enfüste yolculuğa çıkmıyor. İçten dışa, dıştan içe bir kuşatıcılık yok “ben” merkezli bencil hayatlarda.
Soma faciası gibi yürek yakan, iç burkan, gönüllere dert olan bir felaketle karşılaşınca ancak o zaman kendimize bakıp utanıyoruz. Bir nebze olsun edep kırıntılarına sahip olanlar bir utanç duvarına çarpıyorlar. Kapkara kesilmiş yüzlerinden kaskatı olmuş kalplerine doğru bir yol bulmanın telaşına düşer, onlar. Yüreklerinde nefes alan hücreleri olanlar hayat tarzlarını gözden geçirip, bir nefis sorgulamasına başlıyor, en ilgili olanımız. Ağlıyoruz, üzülüyoruz. Alın terinin, helal kazancın ne kadar değerli olduğunu anlıyoruz. Kolayca kısa yoldan elde edilen mal, mülk ve imkân ile gözleri kamaşan insan bir anlık ta olsa sarsılıyor. Kendisini bulmak istiyor. Ağlıyor, üzülüyor…
Deprem, sel, trafik kazası gibi felaketlerde üzülüyoruz ama sadece bu kadar daha ilerisi yok. O anlık üzülüyoruz o kadar, orada yanakların üstünde kalıyor gözyaşı, hâlbuki gönle akıp iz bırakması gerekir, duyguyu ve eylemi oluşturmak için. Üzülmek, düşünmek anlamına gelmiyor. Üzülmek ibret alıp düşünmeyi tetiklemiyorsa bir anlamı olmaz duygu dünyasında. Kapitalizmin kara kapanlarına takılan kalplerimiz akletme ve düşünme fonksiyonunu tekrar kazanmadan çirkine ve çirkefe karşı koyamayız. Kapitalizmin öğüten çarkının ağırlığından kurtulamayız.
Bir “bakımlı” el ve karşısında yarıklarıyla adeta bir haritayı andıran yıpranmış ve örselenmiş el, iki ayrı dünyayı temsil ediyor. Sahte zevk dünyasının bireyi yaşamı oyun ve eğlence sanıyor. Bu hayat hiç bitmeyecekmiş gibi gününü gün ediyor. Diğeri çocuklarının nafakasını temin için çırpınıyor.
Soma faciası bir anlık da olsa toplum olarak yürekleri sarstı, zihinleri açtı. Lükse endeksli hayat tarzlarının gözden geçirilmesini sağladı. Zevk ve haz üzerinden bir tanımlama geliştirerek sadece keyifli ve konforlu yaşamı amaçlayan konformist bireyin zihin konforunu sarstı, aslında gerçeğin onun anladığından başka bir şey olduğunu düşünmekten kendisini alamadı. Hedefindeki her şey beyninde tuz buz oldu. Her şey anlamsızlaştı bir anda belki de.
Canhıraş bir çabayla, telaşla yerin derinliklerinde bir nefes, bir aydınlık huzmesi arayandan daha çok konformizme kurban giden insan kalbi nefese ve aydınlığa muhtaç. Gösteriş ve konfor düşkünü insanın lüksünü sürdürmek için tükettiği enerjinin nasıl hâsıl olduğunu hep hatırda tutmak lazım. Berrak ve şükreden bir zihinle bakıldığında bir dilim ekmek sadece ekmek değildir. Tohumun toprağa düştüğü andan itibaren değerli bir emek ve limitsiz bir çabadır aslında. Bunun farkında olursa insan kanaatin ne demek olduğunun şuuruna vararak hırs ve israftan kaçınır. Açgözlülük ve doyumsuzluk illetine yakalanmaz.
Vahşi kapitalist rüzgâra kapılıp korkunç faturalar ortaya koyan yaşamlar insanın kara tarafında akis bulur. Hem maddi hem de manevi olarak pahalıya mal olan zevklerden fedakârlık etmek insanı edebe, adalete ve kanaatkârlığa ulaştırır. Kanaatin zengin sermayesini bulan kişi her halükârda onurlu olur. Kapitalizmin yok ediciliği, tüketiciliği ve yıkıcılığına karşı kanaat şuurunu kuşanmak direnişi sürdürmek için çok önemli bir yol azığıdır. Kul hakkı, helal kazanç, adalet ve ahlak gibi hayatta etkin olarak bulunması gereken kavramlar kapitalizmin ve sekülerizmin çirkin emellerinden insanı korur. Mustazaf insanın yanında olarak onun yararına çalışmak için önce kendi istek ve arzularımızın meşruiyetini Kur’an ve Sünnet ışığında yeniden değerlendirmek gerekir. Sorumluluklarından ve hassasiyetlerinden sıyrılarak egoizm kalesine sığınan insan kapitalizmin dar dehlizleri ve karanlık koridorlarında sıkışıp kalır.
Kapitalizmin konformizmle kuşattığı hayatlarda evler sığınak ve barınak olmaktan uzaklaşıyor. Eşya üzerine eşya yığını, bu durum insan hareketlerini ve dolaylı olarak da düşünceyi kısıtlıyor. Perdeler, halılar, tablolar, sehpalar, envai çeşit aksesuar evin tüm enerjisini ve enginliğini kapatıyor. Evdeki mobilya ve mefruşat hiç şüphesiz direkt olarak düşünceyi etkiliyor. Düşünceyi sınırlandırıyor hatta düşünce silikleşiyor. Eşya insan hayatını kolaylaştıracak bir araç olmaktan uzaklaşıp, daha çok gösteriş, güç ve prestij sebebi sayıldığında insanın sırtında bir kambur olur aslında. Oturma odalarının ve salonların televizyonun egemenliğinde, dizilerin gölgesinde şekillendiğine hiç kimse itiraz edemez. Bu durum asla yadırganmaz. Gelinen bu noktada sohbet kültürü hayattan kovularak uzaklaşır. Sohbet ve düşünce ilişkisi insana dost ve destek olamaz. Seküler bir tarz, kapitalist bir tüketim kültürü ve dijital teknolojinin egemenliğiyle artık evlerimiz sinelere inşirah katan sohbet mekânları değil. Yüz yüze gelip birbirimize ayna olamıyoruz. Herkes kendi bencilliği etrafında bir dünya kuruyor. Ve hiç kimse bu sırça köşküne el sürdürmüyor. Vüsatını ve dengesini kaybeden yaşamlarda fıtrata dair olan her şey anlam kaybına uğruyor. Zaman, kelime ve nimet bereketini kaybediyor.
Kapitalizmin ürettiği sahte ihtiyaç listelerine kapılmadan gerekli ve gerçek ihtiyaçları iyi belirlemek gerekir. Yoksa tüketim köleleri olmaktan kurtulamayız. Daha lüks hayat amaçlanarak, doyumsuzluk babaları daha çok yıpranmaya sürükleyecektir. Daha çok kazanma idealine hapsedilen erkeğin nasıl kazandığından ziyade ne kadar kazandığı önemli hale gelir. Bu durumda ideal baba, helal-haram demeden daha çok kazanan kişi olur. Bu da babayı adeta köleleştirir. Bu bağlamda kanaat can simidi gibi imdada yetişir.
Konformizmin tutsak aldığı insan için anı yaşamak, anı kurtarmaktır amaç. Hep bir şeylere hazırlık telaşı içindedirler. Hazırlık deyince sadece şatafat ve gösteriş için yapılanlar gelir akla. Öyle ahrete hazırlık diye bir şey yoktur onların projelerinde.
Kapitalist yaşam tarzı kibri ve gururu pompalıyor insana. Böylece egoist, hedonist ve narsist kişilik yapılarıyla pervasız yaşamlar orta yerde boy gösteriyor. Sadece kendisini düşünen, zaafları için arkadaşlarına ve muhataplarına karşı edep sınırlarını aşıyor. Narsist tutumlarıyla obur ve aç gözlü olarak etrafa saldırıyor. Kalp gözü ile bakmayı bırakın, baş gözü ile bile göremez duruma geliyor. Enaniyete kilitlenen gurur ve kibirle, elit ve burjuva duruşuyla duyarsız ve umarsız bencil bir hayat sürdürürler. Lüks semtler, lüks konutlar, lüks tüketim…
Kapitalist ideoloji; haz düşkünü, her zaman daha fazlasını isteyen, aç gözlüce her şeyi tüketime sunan ve her değeri tüketmeyi amaçlayan sömürü odaklarını, zalimleri ve canileri besler. Hak, adalet ve kanaat adına bir kelime yoktur onların lügatlerinde. Hayat hiç kimse için değil sadece onlar için vardır ve güzeldir. Şık kıyafetler, lüks araçlar ve konutlar, yazlıklar, kışlıklar, oteller, tatiller hepsi kapitalist zihin yapısının tuzaklarıdır. Aç gözlüler dünyayı yaşanmaz hale getirirler. Dünya üzerindeki zulme baktığımızda, zalimlerin hep aç gözlülerden olduğunu görürüz. Doymazlar, hani bana, hep bana naraları atarlar.
Hedonist insan akleden kalbin sesini duyamaz. Egosu ve zaafları dışında kalan her şeyi reddederek, suçlayarak sadece kendi arzularını yüceltir. Keyifli ve çok eğlenceli bir yaşam, beş yüz yirmi dokuz kişi idam edilecekmiş ne gam! Üç gündür bir lokma yutmayan çocuk bu gece de aç yatacakmış ona ne, kılını bile kıpırdatmaz. Sorumluluk bilincine sahip olanlar, nefislerini hesaba çekenler ancak onlar enerjilerini dünyayı dar etmek için değil biraz daha genişletmek için harcarlar. Elleriyle, dilleriyle, kalpleriyle mazlumların yanında olurlar.
Kalp beden ülkesinin başşehridir. Kalp düşerse insan da düşer. İnsanı ayakta tutan güçlerden biridir düşünce. İnsanın ayakta kalması için kalbin berrak ikliminin kesintisiz sürmesi gerekir. Egoizmin esaretine düşen kalp, fıtratını ve sıcaklığını kaybeder. Düşen kalbimizi şefkatle elinden tutarak kaldırmak gerekiyor. Kalbi merhamet ve adaletle yoğurmak, kalbi sökülmüş bu çağa haktan yana bir renk verir. Kapitalizmin tüketiciliğine, bitiriciliğine kaşı bir dik duruş sunar. İnsanı egoizmin elinden kurtararak, kanaat deryasının enginliğine doğru taşır. Kalbin hakikat fikrini terennüm ederek çalışması ruhun ve vicdanın salim fıtrata dönmesi demektir. Kalbi kaldırmak, düşen insanı elinden tutup kaldırmaktır. Fıtratla ayağa kalkan insan aç gözlülüğün ve doyumsuzluğun egemenliğinden kurtulur. Müslüman’ca bir zihin ve idrak ile İslam’ın öngördüğü hayat tarzına doğru adım adım ilerler.
İnsanın insan olması için egosundan kurtularak, tutkuya dönüşen bencillikleriyle savaşması gerekir. Kibir ve gururdan arınması da şarttır. İnsan hakkıyla Hakka kul olduğunda hazlara ve dünyaya kul olmaktan kurtulur. Nefse, heva ve hevese tutkulu yöneliş insanı alçaltır. Konformist, hedonist ve narsist bir varlık olarak vahşi kapitalizmin canavarlığına kurban olur.
Modern popüler kültür insanı narsist ve egoist bir yaratığa dönüştürmek için insanın duygularını ve ruhunu sömürüyor. Sömürgecilik bitmedi. Şekil değiştirerek genlere kadar işledi. İnsan bedeninin hücrelerine kadar yerleşerek fıtratı tahrip etti. İnsanlığı seküler kapitalist sistemin kölesi haline getirdi. İnsanın ilkelerini, değerlerini, duygularını ve duyarlılıklarını öldüren bu emperyalist sömürüye dur demek zorundayız.
İnsanlık haz, kariyer ve tüketimin peşinden koşarak adeta yok olmak için yarışıyor. Yemek, içmek, tüketmek gibi tutkulara programlanan egoist insan yok oluşa ve tükenişe doğru hızlıca koşuyor. Eğer Müslümanlar olarak sadece ev- araba gibi tüketime yönelerek, yalnızca maddi kazanç üzerine planlar yaparsak bu zor durumdan kurtulamayız. Bu korkunç sonun vebali de her birimizin omuzlarına yüklenir. Bizi biz yapacak medeniyet havzasına dönerek, beden ve ruh dengesini sağlayarak fıtrat üzere bir program yapmak acilen şarttır. İslam Medeniyeti’nin kavram ve kelimelerini kullanarak geleceğimize sahip çıkmalıyız.
Global sekülerizmin insanlığa armağanıdır, kömür karası kalpler. Düşüncesiz, duygusuz, izansız kalpler kolayca yanlışa kayabiliyor. Kalpleri mutlaka iman ışığıyla aydınlatmak gerekiyor. İmanlı mütefekkir insan, fikrinin sahibi olan kişi asla global seküler söylemlere kapılmayacaktır. Kur’an ve Sünnet kaynaklı hakikat fikrini takip ederek Müslüman’ca bir yaşam sürdürecektir. İmanlı kalp Müslüman insanı, Müslüman insan Müslüman aileyi, Müslüman ailede Müslüman toplumu inşa eder. İslam’ın inşa ettiği medeniyet insanı yozlaşmadan korur. Bu vesileyle, Aile Sempozyumunun organizesinde emeği geçen herkese başta Ali Kaçar Ağabeyimiz olmak üzere şükranlarımı sunuyorum.
Soma faciasında hayatını kaybeden tüm Müslüman kardeşlerimize Allah’tan rahmet, kederli ailelerine sabrı cemil niyaz ediyorum.
“Rabbimiz! Katından bize rahmet ver ve işimizde doğruyu göster, bizi başarılı kıl” (Kehf-10)
“Nefsini, sabah akşam, rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber tut (onlarla beraber bulunmağa candan sabret). Gözlerin, dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan başka yana sapmasın. Kalbini bizi anmaktan alıkoyduğumuz keyfine uyan ve işi, hep aşırılık olan kişiye itaat etme.”(Kehf-28)
NOT: Bu yazı Genç Birikim Dergisinin Haziran 2014 sayısında Yayımlanmıştır.