Arşiv Yazarlar

İslami Ailenin İhyası ve Önündeki Engeller

Aile, şekillenmesi açısından insanın eline bırakılmayacak kadar önemli ve ulvi bir oluşumdur. Hayat, Rabbimizin fıtrat ile köklendirdiği İslami bir yaşam şeklidir. Aile, bu kök ile yaşaması gereken toplumsal meyvedir ve canlı bir şuurdur. Aileyi köklerinden koparmak demek, hayatı öldürmek ile aynı sonuçtur. Hayat ölürse insan, hareket eden ölü mesabesine düşer. Her bir fert, mankurt bir köle oluverir, şuurunu kaybeder.

Şuurun olduğu yerde, onu dumura uğratmaya çalışan şeytan da vardır. Fakat şeytan, ters yönde oturmuş ayakları kaydırma çabasındadır. En büyük destekçileri, insi şeytanlardır ve şeytanların ele geçirdiği insanlar, insan görünümlü saldırgan varlıklardır. Fertler, ya dinin şekillendirdiği veya dinin geleneğe serpildiği aile kurumunda yetişir, insanlığını ve kulluğunu orada hatırlar. Aslında aile kurumu, hak ile batılın tam bir savaş alanıdır. Toplumların var olma ve yok olma savaşı. “Batı” diye somutlaştırdığımız fitne merkezi, son yüzyılda bütün ahlaki inançlardan ve değerlerden soyutlanmış, bütün dünyayı kendine benzetme mücadelesine girişmiştir. Bu doğrultuda üzerinde durmamız gereken önemli bir konu, ailenin işlevini tahrip etmek isteyen mihrakları ve onların enstrümanlarını görebilmektir. Bir şey bozuluyor ise önce mefsedeti def etmek gerekir ki, maslahat anlaşılabilsin, usulüne uygun yaşanabilsin. İman edebilmek için şirkten ve küfürden kurtulmak, sonra imanını sağlama almak gerek veya içki içenin önce içkiyi bırakması, sonra tövbe etmesi gerektiği gibi. Aile kurumu, bir okuldur; bu okul, klasik müfredat ile yapılandırılamaz. Aynen ilim ehlinin “rahle-i tedris” dediği, hem ilim hem de ahlakın müderristen öğrenildiği etkileşimli bir eğitimdir. Ailenin önemini ve nasıl yozlaştığını özetle şu alıntı ile ifade edebiliriz:

“Bireylerin değerlerle karşılaştıkları ilk ortam, çocukluk dönemlerinin geçtiği aile kurumudur. Değerlerin kazandırılması hususunda aile, birincil derecede önemlidir. Bireyin kişilik ve karakter gelişimi aile temelli kurgulandığı için, değerler eğitimine aile boyutuyla yaklaşmak ve burada sağlıklı bir zemin oluşturmak bir zorunluluktur.”[1]

“Değişim, kendi doğal mecrasında bir süreç işi olmasına rağmen Türk toplumu, daha çok üstten bir değişime zorlanmıştır. 1960-70’lerde bile geleneksel aile yapısının devam ettiğini, evliliğin, ailenin ulvi bir emanet ve aşkın uzantıları olan bir yuva anlayışıyla korunduğunu görebilmekteyiz. Ailedeki sevgi, saygı, sadakat, paylaşım, mahremiyet, kanaatkârlık gibi değerlerin korunmasına özen gösterilmekte, evliliğin sonuna kadar devam ettirilmesine azami gayret sarf edilmesi yönünde bir ortak anlayışın varlığı dikkat çekmektedir. Bir başka deyişle, ‘boşanma, Allah’ın en sevmediği helal’[2] şeklinde değerlendirilerek ‘aile’, korunması ve sürdürülmesi gereken ulvi bir çatı olarak görülmektedir.[3] Türkiye’de, 1980’lerden sonraki değişim ve dönüşüm ise oldukça hızlı bir biçimde olmuştur. Çünkü bu dönem, dışa daha açık modernleşme politikalarının uygulandığı, iletişim imkânlarının yaygınlaştığı ve sosyal mesafenin azaldığı bir sürece tekabül etmektedir. Bu yıllardan itibaren cep telefonları ve internet, insanların gündemine girmiş; Batılı aile tarzı ve yaşam, iletişim kanallarıyla Türkiye’yi de ciddi olarak etkilemiştir. İnternet ve sosyal medyanın diğer enstrümanları, bu iletişimi daha da arttırmış ve etkileşimi farklı boyutlara taşımıştır. Küreselleşme ile birlikte devam eden modernleşme, kentleşme, sanayileşme süreçleri; elbette insanların evlilik, ebeveynlik, aile yaşamı ve cinselliğe ilişkin bakışlarının değişmesinde, geleneksel kadın ve erkek rollerinin farklılaşmasında, evlilikten beklentilerin çeşitlenmesinde ve değişimin zemininin oluşmasına sebep olmuştur. “Zaman içinde boşanma oranlarındaki hızlı artış, tek ebeveynli ailelerdeki artışlar, evliliğe karşı çıkış ve/veya evliliği erteleme, nikâhsız birliktelikler ve çocuk yapmama eğilimindeki yükseliş, aile-içi şiddet, eşcinsel ve sanal evlilikler, arkadaşlık siteleri vb. mekanizmalar, Türkiye’de de dünyada olduğu gibi ailenin yeni dönemde karşılaştığı riskler olarak kabul edilmektedir.”[4]

Aile, kendi içinde özerk bir yönetimdir. Anne-baba rolleri, kendi mizaç ve yaşam alanlarına uygun yönetimi benimsemiş bir özel yapıdır. Tek müdahil Allah’ın kitabı ve Rasulü’nün sünnetidir.

Aileyi; kim, niçin yıkmak ve devre dışı bırakmak ister?

Hayatı, ekonomik kaygılar ve arzular ile anlayan, bu doğrultuda çalışan modern ideolojiler, aileyi de bu kaygıların doğurduğunu kabul ederler. Bunun için ailenin varlığı, Batı inanç sisteminde önemli bir yer tutmaz. İslam’ın aileye bakışının tam zıddı bir anlayıştır. Batı, insanı, manevi kimlikten soyutlamak ister. Aileye de politik programlarına uygun bir şekil vermek ister. Toplumları yönetmede en belirgin olan ve vazgeçilmezlikleri, idari sistemin işlevini düşünmeyen, idari sistemin dışında kendi haz ve arzularını tatmine çalışan bir yapı oluşturma çabasıdır. Özgürlük, eşitlik, cinsellik, ekonomik kaygılar, bencillik vb. kendi kutsal propagandalarını oluşturur. Anne-baba rollerinin kaybolması; çocukların bakıcılara, TV ve internet programlarına, evin temizlikçilere, ihtiyaçların kargolara, yemeğin lokantalara devredilmesi… Anne-baba rollerinde kadınların sabah programlarına, erkeklerin spor ve sinemaya hasredilmesi ile, aile hayatının monoton ve verimsiz bir hal almasında önemli etkiler barındırmaktadır.

İslam’ın temel ilkelerinden biri, evliliği kolaylaştırmak, evliliğin önündeki külfeti azaltmak, cinsel sapkınlıkları engelleyerek dini ayakta tutmak iken; ifsat ehli sistemler, evliliği zorlaştırmak, evliliği cinsel beraberlik algısı ile belden aşağı indirmek, birbirlerinin ekonomik kazancından faydalanmak, keyfi ayrılığı teşvik etmek ve kıskançlık duygusunu ortadan kaldırıp başka erkekler ve kadınlar ile beraber olabilmeyi kolaylaştırmaya çalışmaktır.

Bir özeleştiri yapmak gerekirse, bazı kavramlar, İslami cenah tarafından mecrasından çıkarılmış ve şuursuzca kullanılmaya başlanmıştır. “Cariye” ve “huri” kavramları gibi ki bu kavramların kullanım alanları sınırlı olmasına rağmen. Bu kavramların uygulama alanları veya ifade edilmedeki sebeb-i hikmeti, toplumun bazı zayıf bireylerini, sadece teferruatta cennet amellerine teşvik amaçlıdır veya savaş hukukunun alanı ile ilgilidir. Maalesef İslamcı kesimin bazı kişileri, cariye ve huri vurgusunu çok yapmaktadır ve bu vurgu, gençlerde kadını elde etme içgüdüsünü kamçılamaktadır. Hâlbuki Rabbimiz, binlerce ayette kendi rızasını yüceltmiş, adaleti, merhameti, iffeti ve insanlara yardım etmeyi öne çıkarmıştır. Böyle iken meşru da olsa niçin cinsel içerik gündemi Müslümanı meşgul etsin ki? Batılı düşünce veya eski cahili anlayışın hayatı salt kadının cinselliği veya elde edilmesi üzerinden bakışını, İslami hayata sözde İslamlaştırarak taşımak, genel toplum ele alındığında sözlemlerde yanlış algılar hatta uygulamalar doğurmaktadır. Ve yine kadınlarımız, itaatkâr, romantik, karizmatik şehir çocuğu gibi İslami ailenin teşekkülünde hiçbir meşrutiyeti olmayan tipleri tercih etmekte ve beklemektedirler. Bu zafiyetler, Batılı ifsadın ne kadar içerimize nüfuz ettiğinin göstergesi olmalı.

Dünya ifsat güçleri, İblis önderliğinde, İslam’ın bütün kurumlarına saldırırken, Müslümanlar, direniş gösterebilecekleri alanlarını tespit etmeli, güçlendirmelidir. Hayatımıza sızmış olan ifsatçılık akımı, Allah’a sığınarak çökertilmelidir. Yanlışa sabrettiğimiz kadar doğruda ısrar edici olsa idik, hem bu kadar yıpranmaz hem de bu kadar bozulmazdık! Gayrimeşru bir söyleme veya davranışa tahammül gerekçemiz, “aile huzurunun bağlarının kırılmaması” iken, süreç içinde aile, varlığını zor bela devam ettirmiş, birçok değerini de kaybetmiştir. Fedakâr eş (!) olmaya çalışmada, “yanlışa sabır” taktiği ile ne kazandık, neleri kaybettik? İsyan terk edilmeden hak yerini bulmaz, şeytan bertaraf olmaz.

Biz Müslümanlar, İslam toplumunu oluştururken, daha İslami ve insani işler ile meşgul olmalıyız ve de meşgul olmuşuz da. Medeniyet kuran bir din ve onun müntesipleri, -Yunus’un ifadesi ile- “üç beş huri” gündemi ile uğraşmamalıdır. Kadınlarımız, birer dava neferidir. İfsat kültürü ile mücadele ederken en önemli iki unsur vardır; mü’min ve mü’minat… Ayet, bu rolleri ne güzel ifade etmiştir: “Şüphesiz Müslüman erkeklerle Müslüman kadınlar, mü’min erkeklerle mü’min kadınlar, itaatkâr erkeklerle itaatkâr kadınlar, doğru erkeklerle doğru kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah’a derinden saygı duyan erkekler, Allah’a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah’ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah, bağışlanma ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır” (Ahzab-35).

Aile, bu inanç ilkeleri ile şekillenmeli ki ifsat çete devletlerinin sistemli bozgunculuğundan etkilenmesin. Ailenin ne denli önemli olduğunu görmemiz lazım. Küresel şerrin, şer hücumlarının önünde ailenin bir engel oluşu, şerrin aileye tüm gücü ile saldırmasına sebep olmuştur. Aile ayakta kaldığı müddetçe, değerler kökünden koparılamayacaktır. Bu da bizler için aile bağlarına sahip olma noktasında önemli bir işaret vermektedir. Onun için küresel şer içinde aile, o kadar tehlikeli bir oluşum. Aileyi yıkmak isteyenler, basit işlevi olan aile modelleri benimsetmeye çalışmaktalar ve sonrasında “basit olan yıkılmaya daha elverişli olacaktır” kaidesini devreye sokmaktadırlar.

Müslümanlar, kendi kavramlarından, belki de Cemil Meriç’in dediği gibi, “Kamus, bir toplumun namusudur” ilkesi ile namuslarından uzaklaştıkça, bir tarafı sosyalist, bir tarafı feminist, bir tarafı kapitalist ve diğer zulümat ideolojiler ile kendini ifade etmeye başlamıştır. Aile olgusu, kendini zulmün tam ortasına atmıştır. İhya ve inşası zor bir mecraya kaymıştır. Bu kaymaları örneklersek; kadının iş hayatındaki sınırları, çocukların yetiştirilmesinde kreşlerin gerekliliği, ailece tatil yapma gerekliliği, erkeğin, kadının fıtri işlerini yapması, kadının erkeğin fıtri işlerini yapmaya çalışması, dışarıda sıkça yemek yeme isteği ve sofra birlikteliği mahremiyetinin yok olması, geniş ailenin çekirdek aileye evrilmesinde Müslüman fertlerin etkisi vb. hayatın her yaşanabilir alanı kavramlar ve tanımlanması gereken hukuklardır. Önemli olan hangi kavramlar ve hukuklar ile kendini tarif ettiğindir.

Sonuç olarak; toplumlar, ana caddede yürümüyorlar. Tüm bozulmanın asıl nedeni, bu yolda yürüme kaygısından çok, doğru yürüyüşün sözde kalması. İnsanlar, her düzeyde birbirlerini ziyaret ediyorlar. Bilinçlerini güçlü kılma yerine gıybet, tecessüs, hased, alay, nasihate karşı kibir, tuzak kurmalar, hatayı örtme yerine ayıplamalar cerahat oluşturmakta. Maddiyatçılık her alana sirayet etmiş, yollar küfre, isyana dönüşmüş.

Bolca istiğfar ile “mefsedet” terk edilmeli. Önce günahı terk, sonra günahtan tövbe etmek asıldır. İsyan terk edilmeden tövbe yapmak, boşuna bir uğraştır. Yeniden iman etmiş gibi hayatımızı baştan sona elden geçirmeliyiz ki kirin, necasetin nereye bulaştığını fark edemeyebilmekteyiz. Tevhid, şirk, vela-bera vb. temel itikat yeniden okunmalı, düşünülmeli, dinlenmeli, konuşulmalıdır. Aile gibi çok yönlü faydaları olan ve uzun zamandır saldırı altındaki yapıyı tekrar kurmalıyız. Aileyi aslına rücu ettirmek, her bireyin yeniden şuurlanmasına bağlıdır. Selef şöyle dermiş: “Bizler, şaka yapar gülerdik. Fakat örnek alınan insanlar olduğumuzda bunları yapabileceğimizi sanmıyorum.” Ebul Ferec İbn Cevzi de, “Dikkat! Ömrü kullanmada Allah’tan sakının. Ama elinizdeki imkânlar uçup gitmeden acele edin, şahidiniz de ilim olsun. Hikmeti rehber edinin, zamana karşı yarışın” demiştir.

Haydar ÖZALP

[1] Nedim Öz, “Modern-Seküler Süreçte Ailenin Çözülmesi” (https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/910335)

[2] Ebu Davud Süleyman b. el-Eş’as es-Sicistani, Sünen’ü Ebu Davud, I-V (Beyrut: Müessesetü’r-Reyyan, 1998), “Talak”, 9-10.

[3] A.g.e.

[4] A.g.e.

Exit mobile version