Beşeri İdeolojilerin Günümüz Kadını Üzerindeki Etkileri
Genel Gündem Son Sayımız Yazarlar

Beşeri İdeolojilerin Günümüz Kadını Üzerindeki Etkileri

Bugün toplumsal değişimin en önemli aktöründen bahsedeceğiz. Dünyanın ıslahının da dünyanın ifsadının da bağlı olduğu güçten. “Beşiği sallayan el, dünyayı sarsar” söylemiyle de ifade edilen hassas güçten “Kadın” dan konu açacağız, bugün. Toplumsal değişimlerdeki kadın rolünü ve kadın gücünü göz önünde tutmak gerekir. Kadın toplumun kalbidir. Kadın toplumun aynasıdır. Kadın unsuru tüm boyutlarıyla düzeldiğinde toplum da güzelleşir.

          Toplum mühendisliği yapan her kurum ve kuruluş bu etkin gücü çok iyi biliyor. Dünya üzerindeki şer odakları bu hassas gücü çıkarları için oldukça başarılı bir şekilde kullanıyor.

         Önemine binaen bu konuyu,Beşeri ideolojilerin günümüz kadını üzerindeki etkileri başlığı altında konuşup detaylandırmaya çalışacağız. Bunun için de öncelikle günümüzde insan üzerinde etkili olan ideoloji ve telakkilere göz atmak gerekmektedir.

Son yıllarda sıkça duyduğumuz kelimelerden biri de Globalleşme/ Küreselleşmedir. Kavram olarak küreselleşme: modernizasyon sürecinin bir parçası olarak, özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinde ve Doğu Bloğunun yıkılmasından sonra, tek kutuplu bir dünyada zuhur eden kültürel sistem, dünyanın somut bir biçimde tek bir bütün olarak yapılaşma süreci. Global kültür, bütün dünyayı kuşatan çok geniş kapsamlı bir enformasyon sisteminin varoluşu, küresel tüketim modellerinin doğuşu, kozmopolit(Dünya yurttaşı-tek bir toplum) yaşam tarzlarının gelişimi, kültürler arasındaki karşılıklı ilişkilerin bütün dünyayı etkileyen boyutlara varmasının sonucu olan bir süreç ya da olgu olarak tanımlanır.(Felsefe Terimleri Sözlüğü- Ahmet Cevizci)   

Günümüzde dünyanın dümeninde aktör olarak,bu kavram bulunmaktadır. Malum olduğu üzere günümüz dünyasında artık kıtalar, coğrafyalar, ülkeler, şehirler hatta mahalleler ve köyler de dünyadaki genel gelişmelerden bağımsız değil. Adeta dünya tek bir merkezden yönetilmektedir. “Bilgi Çağı” olarak adlandırılan bugünümüzde inter aktif iletişim ve haberleşmeyle de birlikte dünyada toplumlar arası aynılaşma yaşanmaktadır. Bu durum kimliklerin silikleşmesine neden olurken  beraberinde tektipleşmeyi getirerek kültürlerin yok olmasına sebep olmuştur. Bununla da tüm dünyada batılı bir fikir anlayışının hakim olması amaçlanmaktadır. Dünya emperyalizminin yeni adıdır Globalizm/ Küreselleşme. Dünya istikbarının fikir ve emellerini yeni bir pazarlama biçimidir.

Globalleşen dünyanın temel kavramlarının başında modernizm gelir ve diğer genel geçerliliği olan kavramların hepsi modernizme bağlı olarak oluşur. Günümüz dünyasına şekil veren demokrasi, laiklik, sekülarizm, kapitalizm (sermayenin en temel üretim aracı olduğu ekonomik sistem), liberalizm(özgürlük, bireylerin sivil ve politik haklarını vermek), feminism gibi kavramlar modernizmin saha çalışmasında yardımcı elemanlardır. Modernizmin hayatta yer etmesi için tam uyum içinde çalışırlar. Bu ideolojilerin hepsinin bir kişi telakkisi ve ahlak anlayışı vardır. Genel karakteristik özelliklerini tanrıdan bağımsız olmalarından alırlar. 

MODREMİZM: “Modern” kelimesi Latince “Modernus” ve “Modo”dan türemiştir. Hemen şimdi anlamına gelmektedir. Modernizmin bugünkü anlamını kazandığı dönem daha çok 18. yüz yıldır. Modernleşme batı kültürüne ait bir kavramdır. Avrupa’da Rönesans ile başlayan bir süreçtir. Batının geleneksel değerlerine ve normlarına (Din/Hristiyanlık) karşı başkaldırıdır. Bilim, ahlak ve sanat alanlarının birbirinden ayrılması modernlik projesinin temelini oluşturur. Artık bilmek ve inanmak  birbirinden farklı süreçlerdir. Modernizm, ortaçağ Skolastik düşüncesinin karşıtıdır. (Descartes’le başlayan) modern felsefenin merkezinde “Tanrı” değil insan vardır. Teolojiden tümüyle bağımsız olan modern felsefe insan merkezlidir. Nitekim Rönesans ve Aydınlanma felsefesine damgasını vuran akım Hümanizimdir.(Felsefe Terimleri Sözlüğü- Ahmet Cevizci)

POST-MODERNİZM: “post” Latincede sonra anlamına gelir. Post-modernizm, kapitalist kültürde ya da genel olarak Batı dünyasında yirminci yüzyılın son çeyreğinde resim, edebiyat, mimari vb güzel sanatlar alanında ve bu arada özellikle felsefe ve sosyolojide belirgin hale gelen hareket, akım, durum ve yaklaşım.(Yaşadığımız dönem)

         POST-MODERN TOPLUM: Bilgisayar, enformasyon, bilimsel bilgi, ileri teknoloji ve benzeri öğelerle belirlenen toplum türü. Her şeyden önce teknolojinin yarattığı imajların ve bilgi çağının toplumu, kontrolü bilgisayarda olan ve teknotratlar tarafından yönlendirilen toplum.      

Batı’ya ait modernlik ideolojisi, “kul” fikri ve bu fikrin dayandığı “Tanrı” fikrinin yerine insan aklını koymuştur. Modernizm Batı toplumlarının yaşadığı doğal bir süreci tanımlamaktaysa da, küreselleşme sonucunda, Batı kültürünün egemen kültür haline gelmesi ve yaygınlaşması sonucunda, Modernizm’in ve postmodernizmin sadece Batı’ya özgü kavramlar olduğunu söylemek artık mümkün değildir. Modernleşme projeksiyonu, her şeyden önce laik bir hareket olma özelliği taşımaktadır.

Modernist felsefenin ortaya çıkardığı ideolojilerin tümü dini hayattan uzaklaştırarak, birkaç ritüele indirgemek için çalışırlar. Kavramları bağlamından kopartarak, muhtevasını bozarlar. Modernitenin amacı insanı gelenekten kopararak moda olana, popüler olana yönlendirmektir.

Kapitalistleşme ve onun zihinsel uzantısı olan Modernleşme süreçleri yeni toplumsal değişimlere gereksinim duyar. Modernizmden etkilenen Doğu toplumlarında, kendi öz kültürlerinden kaynaklanan “gelenek ve batı kültürüyle etkileşim sonucu oluşan “yenilik” arasında çatışmalar ve kutuplaşmalar oluşmuştur. Kendine has olmayan, kendi dinamiklerinden kaynağını almayan bir değişim süreci geçiren Doğu toplumlarında (Türkiye de bu gruptandır), Modernizm ve postmodernizm sosyokültürel bilinçte ciddi kopmalara ve travmalara yol açmaktadır.

 Modernleşme hareketiyle, Avrupa kendini şekillendirirken, Doğu olarak tanımladığı uygarlıklara karşı emperyalist, oryantalist ilişkisini sürdürmeye devam etmiştir. Batının kendi dışındaki toplumlarla kurmuş olduğu ilişki öncelikle egemenlik ilişkisidir. Oryantalizm iklimi çerçevesinde gelişen modernleşme sürecinde kadın konusu ise toplumsal dönüşümün en ayrıcalıklı konularından biridir.

Küreselleşen ve yeniden şekillenen dünyada “Kadını” konuşmak birçok konuya da değinmek demektir. Bir konudan ya da kavramdan bahsederken ilgili olduğu belirli bir çerçeve içinde değerlendirilir. Ama konu “Kadın” olunca birçok şeyle uzak ya da yakın ilgi içinde olduğunu görürüz. Kadın hakkında fikir beyan ediyorsanız erkek unsurunu, erkek hakkında fikir beyan ediyorsanız kadın unsurunu konudan bağımsız düşünemezsiniz.  Kadın ve erkek biri diğerinin alternatifi değil tam aksine tamamlayıcısıdır. Toplumsal değişim süreçlerini takip ederken bu iki olguyu bir denge içinde değerlendirilmek gerekir.

Toplumların geçirdiği değişim süreçlerinden fert/birey de mutlak surette etkilenir. Bunun aksini düşünmek söz konusu değildir. Bu durumda günümüzde ortaya çıkan yeni durumlara karşı nasıl bir pozisyon almamız gerektiğinin farkında olmalıyız. Gelişmeler karşısında nasıl bir bakış açısı geliştireceğimizi de Müslüman kadın olarak vahiy perspektifine uygun olarak belirlemeliyiz.

Değişimin ekonomik, siyasal, sosyal, kültürel ve dini boyutları vardır. Her türlü değişimin merkezinde sosyal ve kültürel öğeler yer alır. Kadın unsurunu tehdit eden en önemli etken de sosyo-kültürel değişimlerdir. Sosyal hayatın hemen her yönü bu değişimden etkilenir. Seksenli yıllarda başlayan doksanlarda kendisini iyice göseren toplumsal değişim, ikibinli yıllara geldiğinde artık değişim yasaları açıkça ortadaydı. Son 10- 15 yıllık süreçteki toplumsal değişimin hangi boyutlara ulaştığını da müşahede ederek bizzat yaşıyoruz. Toplumun her kesiminden aklı selim insanlar ahlaka mugayir yeni oluşumları, hayat tarzlarını, sosyal görünümü eleştiriyor, rahatsızlığını ve itirazlarını belirtiyor, haklı olarak.

Bu değişim sürecinin içinde yaşıyoruz. Biz değişimin gelişim çizgisini biliyoruz ve eleştirel yorumlarla, doğru olanı geliştirmek için çabalıyoruz. Ama çocuklarımız bu değişimin içine doğup, büyüyor. Müslüman kadınlar olarak bunun farkında olmalıyız. Plan ve programlarımızı da bu şuurla yapmalıyız. Ahopot gibi toplumu saran bu olumsuz değişim ve dönüşümden en az yarayla çıkmak için müslüman kadınlar olarak kimlik ve kişilik/şahsiyet gelişirme ve koruma çalışmaları içinde olmalıyız.

1-KİMLİK VE KİŞİLİĞİN KORUNMASI

 Fikir ve düşünce kadının kimlik ve kişilik kazanmasında çok önemli faktörlerdir. Şahsiyetini İslami düşünceye göre inşa eden kadın iman ve amelini, aklını ve fikirlerini fıtri bozulmalara karşı paratoner yapmalıdır. Kültürel yozlaşmaya karşı korunmak için tedbirler alan kadın kimlik bunalımı yaşamaz. Değişen dünyada kadının dinamizmini haktan ve adaletten yana hareketlendirmek istiyorsak İslami bilgiyle bir kimlik geliştirmek için çalışmalarda bulunmak çok önemlidir. Hem bireysel hem de toplumsal alanda somut eylemler ortaya koymak gereklidir.   

KİMLİK VE KİŞİLİK NEDİR?

Bir iki cümleyle açıklamaya çalışalım.

KİŞİLİK : Kişinin dışarıdan görünen halidir. Yani insanın görüntüsü ile oluşturduğu İmaj, yani varlığın dışarıdan algılanmasıdır.

KİMLİK : İnsanın kendisini nasıl algılayıp kiminle özdeşleştirdiğine göre anlam kazanan bir olgu ve değerdir. Varlığın kendi kendisini tanımlamasıdır.

Kimlikte üç adım vardır

a)- Bulmak          (İMAN)

b)-Tanımlamak   (İSLAM)

c)-Korumak        (İ’TİSAM)

Müslüman kadın şahsiyetinin oluşması için önce kişi kimliği bulup(iman edip), içinde bulunduğu hale/taşıdığı kimliğe uygun bir yaşam felsefesi/fikri oluşturarak kendisi tanımlamalıdır. Daha sonra da bu kimliğini korumak için nasıl davranması gerektiğini öğrenerek, bu minval üzere davranışlar ortaya koyarak şahsiyet gelişimini sürdürmelidir.

Tarihin her döneminde “kadın” meselesi hep tartışmaların odağında olmuştur, diyebiliriz. Lehte ve aleyhte görüşler serdedilerek, kadın için tarifler yapılmıştır. Bir Müslüman olarak konuya baktığımızda en güzel tanımın, Rabb’imiz tarafından yapıldığını görürüz. Rabb’e kul olmak, her mü’min için kurtuluş kapısıdır. Eğer kadın kulluk şuuruna erişirse, şer odaklarının/küresel emperyalizmin vb. çevrelerin kadın adına yaptığı subjektif tanımların tılsımına kapılmaz. Müslüman kadın, kendisi ile ilgili sorulara, modern dünyanın yaygın dili ve mantığı üzerinden yola çıkarak, popüler yaklaşımlar ile doğru cevap bulamaz. Müslüman kadın, insan aklının ürünü olan, Allah ile insan arasını açan ve insanı tanrı ilan eden ideolojilerin söylemleriyle doğru yaklaşımlara ulaşamaz. Müslüman Kadın; kapitalist, rasyonalist, pozitivist, feminist fikir kalıplarıyla sorunlara çözüm bulamaz. Her Müslüman Kadın, Kur’an ve Sünnetin dilini yani vahyin dilini çok iyi okuyup, anlamalı ve bu dil ile kendisini ifade etmelidir.

 Modernizmin kadın hakkında iddia ettikleri kadına gerçek anlamda bir yarar sağlamamıştır. Yaldızlı biçimde sunduğu söylemleri ilk etapta kadına cazip gelsede kısa sürede maske düşerek arkasındaki gerçek maksat ortaya çıkar.

2- ZİHİNSEL TEMİZLİK

Modernizmin insanın zihnini karartan, gönlünü daraltan yanıltıcı ve yalancı yüzünden emin olmak için müslüman kadın, öncelikli olarak bir zihin temizliğine girişerek işe başlamalıdır. Sokrat’a dünyayı düzeltmek için ne yapardın? diye sorulmuş. İşe kavramları düzelterek başlardım, şeklinde cevaplandırmış. Kavram kargaşasından kurtulmak, zihin kirliliğinden kurtulmak müslüman kadının öncelikli sorumluluklarından biridir. Zihni kaymalar, algı bulanıklıkları toplumsal değişimi olumsuz yönde etkiler.

Müslüman kadın İslamî kimliğini zedeleyecek her türlü bilgi, düşünce, söz ve davranıştan uzaklaşmalıdır. Kimlik kaybına uğramamak ve sosyal baskılara yenik düşmemenin yolu Kur’an ve Sünnet’e bağlılıktan geçer. His ve heveslerin Kur’an ve Sünnet’e tabi kılınması, başı bozukluğun ve kargaşanın yok olmasını da sağlar.

 Müslüman kadın düşünce ve söylemlerinden modernizimin izlerini silip atması gerekmektedir. Zihni yanlış düşünce kalıplarıyla dolu olan kişinin fikir dünyasını temiz anlayışlara açması beklenmez. Kirli ve köhne fikirlerle dolu olan beyni ve kalbi temizlemek gerekir. Öncelikle “La” süpürgesiyle gönül sarayını temizlemek gerekiyor ki “İllallah” sancağı gönül şehrine sağlamca dikilebilsin. Müslüman kadın hayata yeni bir sayfa açmak için yaşam kitabı olan Kur’an ve Sünnet’in çağrısına kulak vermelidir.

Bununla birlikte bu çağın yaşam için öngördüğü ideolojileri de bilmelidir ki onların yanlış ve çirkinliklerinden korunabilsin. O fikirleri islami bakış açısıyla eleştirerek fıtrata yaşattıkları çelişkileri açık ve net olarak ortaya koyabilsin. Her müslüman kadının lehinde ve aleyhinde olan dünya görüşlerini bilmesi, dünya konjoktürünü tanımak ve tanımlamakta faydalı olacaktır. Modern beşeri ideolojilerin yaşamdaki etkilerini gördükçe bunun ne kadar önemli olduğu açık ve net olarak ortaya çıkar. 

POST-MODERN TOPLUMLARDA: Her şeyin makineleştiği, seri üretimlerin yapıldığı, her şeyin dijitalleştiği bir dönemde, hız ve haz egemenliğini ilan etmiş durumda. Teknolojik yenilikler tahtını kısa sürede bir yenisine kaptırıyor. Teknoloji çılgınlaşarak zamanın ruhunu yutuyor. İnsanı ruhsuzlaştırıyor. Bu düzlemde Müslüman kadının bu yeni terminolojiye vakıf olarak kendisini bekleyen tehlikelere karşı uyanık olması gerekir. Yaşadığı ortamın özelliklerini bilmeyen, içinde bulunduğu çağı tanımayan, tanımlayamayan Müslüman kadın emperyalist risklere karşı da savunmasız kalır. Müslüman kadın yenilenerek hayatı kuşanmalıdır. Müslüman kadın yaşadığı toplumu iyi analiz ederek bir yaşam proğramı belirlemelidir. Bu program dahilinde İslam ahlakını sosyal alanda yaşatmalıdır. Böylece Müslüman kadın modeli/ portresi/ prototipi doğru bir biçimde ortya konulabilsin.

Demokrasi adı altında hukuk yalanı, bürokrasi kılıfı ve realite putuyla politik gerçekler denklemi kuruluyor ve ön yargılar kesin yargılar olarak ortaya konularak Müslüman kadın tanımlanıyor. Kendimizi biz tanımlamalıyız. Kur’an ve Sünnetin öngördüğü biçimde konumlanarak kimliğimizi açıklamalıyız. Kutsalları laiklik, çağdaşlık ve hümanizma olan batılı güçlerin dillerindeki özgürlük, insan hakları ve barış gibi laflar modern emperyalistlerin kullandıkları uyuşturuculardır. Salt rasyonel akılla ortaya koydukları düşüncelerle kadını amaçlarına uygun kullanmak için programlar yaparak bunu en uygun biçimde icra ederler.

Bu projeleri kavramlar aracılığıyla gerçekleştirirler. Bu kavramlar üzerinden bir yaşam tarzı kurulmaktadır. Kavramlarda yüklü olan anlam ve amaca karşı bilinçli bir bakış ortaya koymalıdır, müslüman kadın.

LAİKLİK: Din ve devlet işlerinin ayrılması olarak ifade edilen siyasal düzlemin bir yalanı olarak halkın siyasete karşı konumunu belirler. Daha baştan insanın tanrı ile alakasını bozar. Laik siyasal düzende/(Kamusal alan) bulunma zorunluluğuna yaslanarak(Bu alandaysa kadın özgürlük ve eşitlik bağlamında değerli olur anlayışını empoze ederek, kadını evden uzaklaştırır) kadını dinden uzak yaşam tarzına yöneltir. Bu anlamda müslüman kadınlar olarak toplumsallaşmanın çizgilerini iyi belirlemek gerekir. (bu konuya da değineceğiz, inş.)

SEKÜLERİZİM: Laiklik söylemiyle aynı bağlamda yer alan sekülerleşme kavramı ise bizzat hayatın pratiği ile ilgili bir meseledir. Dinin hayattan çekilerek çıkarılmasıdır. Sekülerleşme din karşıtlığı değil bilakis dinden yoksunlaştırmadır. Din düşmanlığıdır. Akıl ve gönül irtibatının kopartılarak, akleden kalbin parçalanmasıdır. Böylece iki dünya inancı olan Müslüman kadını sadece dünya hayatının cenderesine sıkıştırmayı amaçlar. Ahirete imanı sarsılan kadın tüm ilkelerini sırf dünya başarısına endeksleyerek belirler. İnanç olarak zayıflayan bir kadın seküler kapitalist ideolojinin hizmetine kolaylıkla girer. Artık kişi Globalizmin kavram kargaşası içinde yozlaşmanın içine düşer.

Dinin ve hayatın insicamını bozarak, madde ve mana arasında çatışma ortamını körükleyen seküler hayat dünya ve ahiret arasındaki sıkı bağıda kopararak, insanın gayba iman şuurunu parçalar. Sadece maddeye yönelen insan dinin, ruhun ve ahlakın bağlarından kurtularak, biyolojik bir yaratık, kalpsiz ve duygusuz bir makine olarak algılanır.

Küreselleşmenin lokomatif gücü olan sekülerizm, kapitalist bir yaşam oluşturmak için projeler uygular. Küresel kapitalist dünyanın modernizasyon politikaları asimilasyondan başka bir şey değildir. Sekülerizmin, kapitalizmin, liberalizmin ve demokrasinin ne ahlakı ne de adaleti var. Batı ideolojisinin fonksiyonel uçları olan tüm izimlerin amacı Batı uygarlığının çıkarlarını korumaktır.

Küresel sekülerizmin hüküm sürdüğü günümüzde olduğu gibi, kadın konusu, her zaman, tarihin derinliklerinden günümüze, gündelik yaşama uzanan toplumsal dönüşümün en ayrıcalıklı, en önemli konusudur. Modern ve postmodern değişim süreçlerinde kendilerini Batı yanında konumlandıranlar “modern kadın”ı simgelemek üzere kadın kimlikleri üzerine sürekli bir politik çatışma ve gerilim kurmuşlardır. Toplum içinde kabul görecek, desteklenecek kadın figürünün çerçevesini kendileri çizmişlerdir.

3-MODERNİZMİN ETKİLERİNİN FARKINDA OLARAK TEHLİKELERİNDEN KORUNMAK

FEMİNİZM: Erkek ve kadın cinsiyetleri arasındaki ilişkiyi bir eşitsizlik ya da baskı ilişkisi olarak gören ve dolayısıyla bu baskının kaynaklarını, nedenlerini ortaya çıkarıp baskıyı ve eşitsizliği ortadan kaldırmayı amaçlar. Feminizm kadın üzerinden toplumu şekillendirmeye dönük bütün projeleri kapsar.

 Feminizm de modernizm ve küreselleşmenin paravan kavramlarındandır. Ortak amaç için çalışırlar. Feminizm, kadim madeniyet geleneklerine zıt görüşlerle kendisini ifade eder. Feminist ideolojide beden algısı tanrıdan bağımsızlaştırılarak tarif edilir. Beden üzerinde ancak sahibinin söz hakkı vardır. Dini literatürde “Emanet” olan beden feminist ideolojide “Mülk” olmuştur. “Benim bedenim” gibi sloganlarla her türlü ahlaksızlığın perdeleri aralanır.

         Bu düşünceler etkileşim içinde olduğu tüm toplumları vuruyor. Toplumsal Genlerinde, İslam tohumları varolan bu toplumu da etkilemiştir. Mülkün sahibi Allah’tır inancıyla nefis muhasebesi yapan insandan, bedenin sahip olunan nesne/meta olduğunu iddia eden bir anlayışa gelinmiştir. Modern feministlerin iddia ettiğinin aksine insan beden üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunamaz. Vücuda ihanet Allah’ın emanetine ihanettir. Bundan dolayı zina haramdır. Küresel modernizmin meşru saydığı cinsel serbesti, porno, erotizm, cinsel sapmalarla bir meta gibi bedenin tüketime sunulmasının modern dünyayı hangi trajedilere sürüklediği gözler önündedir.

KADININ KURTARILMASI-GÜÇLENDİRİLMESİ

Küresel emperyalizmin yaşamı organize eden önemli ideolojilerinden olan feminizm, kadının kurtarılması, kadının güçlendirilmesi gibi cazip söylemlerle kadını dönüştürücü ciddi projelerin peşindedir aslında. Modernizm “Özgür Kadın” söylemiyle, mahremiyetini kaybetmiş yaşam tarzıyla, işgal edilmiş ev modeliyle, kadın erkek rollerini karıştırarak fıtrata savaş açar. Kavramların içi boşaltılarak oluşturulan çözülme, toplumsal yapıdaki yozlaşmayı tetikler. Evliliği eziyet formülü, anneliği içgüdüsel mit, çocuğu kariyere karşı yük olarak kabul eden bir anlayıs feminizmin temel felsefesini olutşurur. Bunun toplumsal alandaki yansımaları ahlaki çözülme olarak görünür. Beden benimdir, istediğim gibi tasarrufta bulunurum hezeyanları içinde zina çirkin sayılmaz, suç kabul edilmez, bilakis daha çok teşvik edilir. Evlilik dışı beraberlikler hoş gösterilir ki, bu da nesil emniyetinin yok olması demektir.

Feminizm kökü dışarda, batı kaynaklı bir harekettir. Hindistan’lı Spivak’ın sorduğu şu soru, batı dışı toplumlarda batılılar tarafından teşvik edilen kadın hakları ve özgürlükleri hareketlerinin sömürgecilikle bağlantısını çarpıcı bir biçimde ortaya koymaktadır. “Beyaz adamın kahverengi kadını, kahverengi erkekten kurtarması hakkında ne düşünüyorsunuz?”

Buna bir örnek de Lord Croner’in Mısır’daki kadınların özgürlüğünü desteklerken kendi ülkesindeki kadınların oy hakkına karşı çıkmasıdır. Leila Ahmed, Lord Croner’in kendi ülkesindeki kadınların oy hakkı mücadelesine karşı çıkarken, Mısır’lı kadınların özgürleştirilmesi konusunda(peçeden kurtarma) aşırı gayretli tavrına atıfta bulunarak bu vb. tavırları açıklamak için “Kolanyal Feminizm” tabirini kullanır.(Küreselleşmenin pençesi İslam’ın peçesi-Nazife Şişman)

Feminizm, modernizmin hizmetinde bir akım olarak kadını erkeğe karşı kışkırtarak, ayaklandırır. Kadın erkek ilişkilerini zedeler ve erkek düşmanlığını körükler. Bu bağlamda “İslamcı” feministler, ataerkil baskının sadece batılı kapitalist topluma özgü olmayıp müslüman toplumlarda da geçerli olduğunu söyleyerek “İslamcı” kadınlar, “İslamcı” erkekleri karşılarına almak pahasına, ortak bir kadınlık bilincinden hareket ettiklerini ifade ederler(!).  

         “Tarih boyunca kadınlar ezilmiştir.” İddiasından yola çıkarak erkek egemen bakış, erkek yorumu, ataerkil anlayış gibi Feminist bakış açısınının ortaya attığı söylemler, müslüman kadının söylemini de etkilemiş durumda. “İslam ataerkildir, ya da hep ataerkil bir şekilde yorumlanmıştır.” Zannından hareketle, İslam’ın kadını ne kadar ezdiği ya da İslam’ın kadınları ezmediği ama dini yorumlayan erkekler olduğu için, dinin kadınlar tarafından da yorumlanması gerektiğini savunuyorlar. Her şeyi “kadın bakış açısı” içine hapsederek feminizmin düşünce mirasını takip ediyorlar. Kadınların yararına olacak yeni içtihatlar yapılması gerektiğini savunmak “İslamcı” feministlerin en belirleyici özellikleridir.

         Müslüman kadının “özgürleşme”si için kadın bakış açısından bir İslam yorumuna ihtiyaç var mı?

 “İslamî ilimler açısından bakıldığında, metodolojik olarak İslamî kaynakların, Kur’an ve sünnetin feminist bir okuması yapılabilir mi?

Bu yaklaşımı değerlendirebilmek için İslam ilim geleneğinin temel ilkelerini kısaca gözden geçirmek gerekmektedir. Bir kere İslam’da içtihat, yani kaynaklardan yeni yorumlar yaparak hüküm çıkarma süreci, zaten devam edegelen bir gelenek. Kadınlar da bu içtihat geleneği içinde yer almışlardır. Diğer taraftan metnin yeniden okunması meselesi gündeme getirilirken Hıristiyanlığın metin anlayışı ile İslam’ın metin anlayışı karıştırılıyor. Hıristiyanlıkta İncil değil, Hz. İsa, Hıristiyan inancının logos’udur(söz, düşünce, bir şeyi anlaşılır kılan şey). Halbuki İslam’da Hz. Muhammed değil, kitap yani Kur’an logos’tur. Bu da metne -aynı zamanda onun pratiğe aktarılmasını mümkün kılan sünnnete- hüküm çıkarma sürecinde merkezî ve eşsiz bir konum kazandırır. Metin insan kaynaklı değil, ilahî kaynaklıdır. Bu durumda şöyle bir sorunu da dile getirmek sanırım yanlış olmaz: Tamam, metni kadın bakış açısından yorumlayalım; fakat uluslararası, kültürler arası, dinler arası, tek ve ortak bir kadın gündemi var mıdır ki, metin “kadın bakış açısından” bir yoruma tâbi tutulsun?

 Böyle bir okumanın yapılamayışının nedeni, sadece ortak bir “kadın bakış açısı”nın söz konusu olamayışı mıdır peki?

Elbette değil. İslamî muhitte tefsir ya da içtihat için kullanılan sıfatlar, “adil”, “sahih”, “usul açısından doğru”, “İslam’ın genel amaçlarına (mekasıda) uygun” vs. gibi sıfatlardır. Bir içtihadın adil ve sahih olması, maslahata uygun olması esastır. Fakat onun “kadın bakış açısından” yapılmış olması gibi bir kıstasın, klasik ilim geleneğinde yeri yoktur. Modern kadın hakları anlayışını, ilahî metnin tefsirinde bir başvuru mercii yapmak, varolan ve yaygın olarak kabul edilen usulü, metodolojiyi karşısına almak demektir. “Toplumsal cinsiyet”, “ataerkillik” gibi Batılı kavramları eleştiriye tâbi tutmaksızın benimsemek ve bunları dinin yorumlanmasında başvuru mercii yapmak, ciddi bir metodolojik hatadır.

Feminizmi bağlamsal olarak, Avrupalı aklın ve bütün bilimlerin sekülerleşmesi tarihi içinde değerlendirmemiz gerekir. Kadınların özgürlüğü için faaliyet gösteren ve kuramlar geliştiren jenerasyonların mentalitesi, Marksizmin ataerkillik düşüncesi ve aileye bakışı tarafından belirlenmiştir. Bu fikirler, dini, özellikle kadınla ilgili konularda, erkekler tarafından inşa edilmiş bir dizi insan yapısı baskıcı fikir olarak kabul eden Marksist anlayışla da bağlantılıdır. Bu fikirler yaygınlaşmış ve feminist yazın ve söylemin çoğuna hâkim olmuştur. (HEBA RAUF İZZET-Kahire Üniversitesi Siyasal Bilgiler Bölümü)            

Erkek egemen bakış denildiğinde nedense karşılaştırmalar hep İslam’ın cinsler arası ilişkileri düzenleyen prensipler üzerinden yapılarak, İslami anlayışa karşı bir karalama politikası sürdürülür. Ama güzellik yarışmaları, defileler ve moda anlayışında erkek gözüyle kadının tanımlandığını unutulur. İş dünyasında kapitalist sermayenin erkek egemen bakışıyla sürdürüldüğünü, reklam sektörünün de bu egemen bakışla organize edildiği çok ta görülmez. Bu bir çifte standarttır. İslami kavram ve prensipleri zayıflatıp, değersizleştirmeyi amaçlar. Bu yanlış algının gerisindeki geçeği gözden kaçırmamalıyız. 

 EŞİTLİK- ÖZGÜRLÜK

Feminist felsefe çerçevesinde, modernizmin eşitlik ve özgürlük söylemi üzerinden kadına pozitif ayrımcılık diye servis edilen proje aslında insan cinsini tehdit etmektedir. Kadın ve erkeğin yüklendiği toplumsal rolleri küçümseyerek cinsiyeti yok sayan projeler hazırlandı. Kapitalizmin emellerini korumak için geliştirilen modern söylemler, öncelikli olarak ‘Kadın’ unsuru üzerinden politikalar sürdürse de, aslında kadın ve erkek kimliklerini bozmayı hedeflemektedir. Hatta bununlada yetinmeyip bir ‘üçüncü cins’ anlayışını da servis ederek toplumsal saplantılara zemin hazırladılar. Çünkü modern emperyalistlerin amacı sadece ifsattır. Fıtrata uygun varolan her şey onlar için düşmandır.

Modern seküler kapitalizmin hiçbir zaman kadını korumak diye bir amacı olmamışır. Onun amacı sadece çıkarlarını korumaktır. Dünyayı emperyalist emelleri için sömürmeken daha önemli bir şey yoktur. Global modernizmin en büyük tehlikesi kadın-erkek kimliklerin bozulmasıdır. Cinsiyet olgusunun dejenerasyonudur. Feminen özellikleri öne çıkarılan metroseksüel erkek tanımlaması sadece “bakımlı erkek” ibaresiyle ifade edilecek kadar basit bir şey değildir. Eril özelliklerinin altı çizilen maskülen kadın portresi de sadece özgüven ve güç metaforuyla açıklanamaz. Bunun yanında tüm birimleriyle medya başta olmak üzere dayatılan üçüncü cins anlayışı da neslin ifsadını hedef almaktadır.

POZİTİF AYRIMCILIK

Özgürlükler söz konusu olunca kadın üzerinden tartışmalar yoğunlaşıyor. Pozitif ayrımcılık, kadının güçlendirilmesi gibi söylemlerle bu konu destekleniyor. Tabi olarak insan özgürlüğü denince her iki cins içinde haklar söz konusudur. Adalet prensibine göre kurulan tüm ilişkilerde taraflar mağdur edilmez, özgürlükleri kısıtlanmaz. Medeniyet köklerinden kopartılarak, batıdan ithal kanunlarla yönetilen bu toplumda yaklaşık bir asırdır, Müslüman halkın özellikle de Müslüman kadının maruz kaldığı muamele ortadadır. Bu toplumda bazı kadınlar hep daha özgür ve daha avantajlı olagelmiştir. İslami kimliğiyle özgürlüğe talip olan kadınlar hep bir şeylerden vazgeçmeye zorlandılar. Eğitim hayatında, çalışma alanlarında olmaz tercihlere zorlandılar. Bugün pozitif ayrımcılıktan dem vuranlar her nedense konu “müslüman kadın”a karşı mesafeyi hep koruyorlar. Müslüman kadın kimliğini etkileyen “Ilımlı İslam, Liberal İslam, Modern İslam” gibi tanımlamalar yaparak İslam’ın yeni ve modern yüzü gibi servislerle müslüman kadını kategorize ederek vahdet ilkesini zayıflatıp, İslami kimlik farklılıklar arz eden bir yapıdaymış gibi bir anlayış oluştururlar. Müslüman kadınlar kulluğun şuurunda olarak bu tehlikeli durumlara karşı tedbirli olmalıdır. Eğer özgürlük Müslümanca yaşamaktan taviz vermek, ilkeli olmaktan vazgeçmek anlamına geliyorsa ne olacak? 

REKLAM FİGÜRÜ OLARAK KADIN

Bilumum inter-akif iletişim araçları ve reklamlar global kapializmin emellerine yardımcı olmaktadır. Geleneksel iletişim araçlarının azalan etkinliği yerini yenilikçi iletişim araçlarına bırakmış, internet modern iletişimin en önemli unsuru Sosyal ortamda gerçekleştirilmiş birçok araştırma, günümüze kadar uzanan süreçte reklamlarda bakımlı, çekici, ultra-ince, seyirlik bir nesne olma özelliği gösteren ideal kadın imajlarının arttığını ortaya koymuştur (Heinberg ve Thompson, 1995: 289-323; Myers ve Biocca, 1992: 108-133; Tiggemann, 2000: 199-203).

 Bu durumun bir yandan söz konusu reklam imajlarının kadınların bedenlerine karşı olan memnuniyetsizliklerini artır­dığı iddia edilmiş diğer taraftan reklamların sadece yüzde 9’unun doğru­dan fiziksel çekicilik ve güzellikle ilgili mesajlar içerdiği ifade edilmiştir. Burada konunun anlaşılabilmesi açısından önemli olan yaklaşım ise rek­lamların pek çoğunun bedenin konumu üzerinden kadınlık rollerine dair daha derinden bir vurguya sahip olduğu iddiası olmuştur (Zinkan,1995).

Görsel metin üzerinden gerçekleştirilen her türlü figüratif unsur, bugün iletişim araştırmalarında sıkça kullanılan ve görsel retorik (visual rhetoric) diye adlandırılan disiplin içinde değerlendirilmektedir. Konumuz bağlamında kadın bedeninin retorik bir biçim olarak değerlen­dirildiği pek çok araştırma bulunmaktadır (Dow, 1997: 90-106; Selzer ve Crowley, 1999; Bullough, 2001: 199-200; Mailloux, 2002: 96-119; Jordan, 2004: 327-358; Blood, 2005; Danisch, 2006: 291-307; Carter, 2008: 383-389; Fuller, 2009).

Söz konusu bu çalışmalarda televizyon, sinema, moda ve eğlence endüstrilerinin yarattığı kurgusal evrende bedenin temsil biçimle­ri, bedenin tüketime nasıl içkinleştirildiği ve yaratılan retoriğin bu durumu nasıl meşrulaştırdığı ele alınmıştır. Reklam imgelerindeki kadın bedeni temsilleri de içerdiği figüratif dil unsurları ile retorik kullanımının birer örnekleri durumundadır. Bu çalışmada olduğu gibi özellikle cinsiyetleşti­rilmiş tüketim ve cinsiyetlerin reklam imgelerinde temsil biçimi içeriğinde gerçekleştirilen çalışmalar, yazında cinsel retorik penceresinde kabul edil­mektedir (Krassas vd., 2001; Kang, 1997: 979-997).

SOSYAL BİR PROJE OLARAK BEDEN

Cinsiyet, geleneksel pazarlama sürecinde uzun süreden beri kullanıl­maktadır. Üstelik sadece tüketici davra­nışlarının tespitine yönelik olarak yürütülen araştırmalarda temel bağım­sız değişken olarak değil; tüketiciye sunulan imajlar açısından da önemli bir kıstastır. Pazarlama iletişiminde cinsiyet bölümlendirmesine ilişkin durum böyleyken, tüketim kültürünün gösteri üzerine kurulu kültürel mantığı, bedenin kendisini başlı başına bir proje haline getirmiştir.

Reklamlarda kadın bedeninin temsil biçimleri de tüketim mekanizmaları tarafından bedenin başlı başına bir proje olarak değerlendirilmesiyle ilgi­lidir. Tüketim kültürü pratikleri bugün bedeni, özellikle de kadın bedenini başat bir promosyon olarak kullanıp onu cinsel retorik unsuru olarak zihinlerde denetimi altına almaktadır. Kadın bedenin farklı temsil­lerde sunumu da tüketim amaçlarıyla belirlenmiş ve yaratılmış söz konu­su denetimin sonucudur.

Toplumsal cinsiyet rolleri sosyal ortamın vazgeçilemeyen  özelliklerinden biridir ve bireyin kimliğini ortaya koyma sürecinde etkilidir. Sosyal ortamda bireylerden cinsiyetleri doğrultusunda ve buna bağlı olarak sosyal ortamın o cinsiyetten beklentisi olan rol modellerine uygun kimlikler geliştirilmesi beklenir. Bu anlamda toplumsal cinsiyet rolleri bireyin zihin ve benlik süreçlerini etkileyen en önemli araçsal semboller bütünüdür. Bu araçsal semboller üzerinde eril söylemin iktidar kurması bu araçları kullananların bu bakışın iktidarına maruz kalmalarına neden olmaktadır. (Hasan SANKIRHacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü)

KÜRESEL KAPİTALİZMİN EŞİT HAKLAR SAFSATASI

Eşit haklar ve özgürlük söylemleri, kadının sorumluluklarını iki kat arttırmasına neden olmuştur; ev işleri, sosyal sorumluluklar, annelik ve iş yaşamı, hep bir arada yürütülmesi, organize edilmesi gereken sorumluluklar olarak sadece kadının üzerindedir. Çalışan anneler, çocuklarını çok erken yaşlarda bir bakıcı veya anaokulu eğitimcisiyle baş başa bırakmak durumundadır. Üstelik bu bölünme kadının “anne” olarak kendini suçlu ve yetersiz hissetmesine neden olmakta, bu hisler ise çocuk yetiştirme hususunda anneleri daha az sınır koyan ebeveynler haline getirmektedir. Bu durum ise, bu şekilde yetişen çocukların kişilik oluşumlarında ciddi problemlere neden olmaktadır. Kadının sosyal konumundaki dönüşüm, aile yapılarında ve çocuklarda da ciddi değişimlere neden olmaktadır.

KAPİTALİST SERMAYENİN KANDIRMACALARI

Bütün bu “süper güçlü ve çok yönlü kadın” portrelerine rağmen, kadınlar, kıyasıya rekabetin ve haksızlıkların yaşandığı iş dünyasında ne denli yetenekli ve çabalı olsalar da erkeklerle aynı haklara hala sahip olamamaktadırlar. Kapitalist iş dünyasındaki örtük ve incelmiş formlardaki erkek egemenliği, kadının eşit olmak konusundaki rüyasını sömürmektedir.

 Eşit olmak konusundaki uzun vadeli vaatler ve kadının öz değer problemi üzerine bina edilen takdir ödülleri sayesinde, kadınlar, kapitalist iş dünyasındaki kısır döngü halindeki kıyıcı çarkın en önemli malzemesi haline dönüşürler. Eğitimli, bakımlı, başarılı ve hırslı; fakat mutsuz, depresif ve yalnız kadınların sayısı günümüzde giderek artmaktadır.

ÖZGÜRLÜK: Tanzimat sonrası kullanılmaya başlanan hürriyet kelimesi, Fransız İhtilali’nin öne çıkardığı bir kavramdır. Serbesti, özgürlük anlamına gelen bu kelime “Liberty”dir. Bugünki liberal felsefenin özünü de bu kavram temellendirir. Liberal Felsefe “özgürlüğü” bir ideal olarak gündeme getirmiştir. Bu anlayışa göre özgürlük kişisel tercihler olarak anlaşılır. Bu durumda her şey mubahtır hiç bir sınırlama getirilemez. Humanist bakış açısının hakim olduğu bu ideoloji insanı evrenin hakimi yaparak, hayatın merkezine insanı koyar.İnsan  davranışlarında sınırsız bir serbesti öngörür. Hiçbir ahlaki yada dini prensibi kabul etmez.

Özgürlük algısı insanı kendisinden, ailesinden, çevresinden uzaklaştırır. Özgürlük adına insan kendisini kolaylıkla aileden ve cemaatten soyutlayarak özerk hale gelir. Onu etkileyecek hiçbir bağ yoktur. Böylece insan tüm bağlarından kurtularak dilediğini yapma özgürlüğüne kavuşturulur.

Sanayi Toplumunun ortaya koyduğu modern insan tipi, özgür olduğunu sanıyor ama yanılıyor. Tutkularının esiri olmuş. Çünkü seküler hayat anlayışının “özgürleştirme planının özünde kulu kula köle yapmak vardır. Nefse kulluk vardır. İnsan hazzın ve hızın esiri olur. Sanayileşme ile başlayan dönemde insan ürettiklerinin de cazibesine kapılarak fıtrat fidanını baltalamayı özgürlük olarak saydı.

Rabbimiz, insanın yaratılıştan gelen onurunu korumak içinde hayat ilkeleri koymuştur. İslam’a göre her insanın din, akıl, nesil, can ve mal emniyeti korunması gereken temel değerlerdir. İnsanlığın bu özellikleri her şartta koruma altındadır. Bu temel özgürlüklerden hiçbir insan asla vazgeçmez. Söz konusu bu özgürlükleri gerçekleştirmek ve korumak için her insan mücadele eder, etmek zorundadır. Özgürlük fikrini yitirmek, onuru kaybetmektir. Onurunu yitirenler, özgüvenlerini kaybederek medeniyet kurma iddiasını yitirirler. Medeniyet olmayınca, onur da özgürlük de yok olur.

BU NASIL ÖZGÜRLÜK:Batının kültürel hakimiyeti, başka medeniyetlere yaşam hakkı tanımaz. Bu da bir çeşit kültürel köleliği ortaya çıkarır. Batının ürettiği insan, eşya ve hayat hakkındaki tasavvurunu, dünya halklarına evrensel, çağdaş değerler olarak servis ederek zorlaması, mazlum halklarda büyük bir özgüven kaybına sebep olmuştur. Şu an içinde yaşadığımız zaman diliminde açık sömürgecilik dönemi bitmiştir. Fakat kolonileştirme, sömürgeleştirme ve kontrol etme biçimleri yeni ve modern bir boyut kazanmıştır. Özgürlük nutukları atan modernizmin temsilcisi Batı, bu söylemleriyle aslında sinsice köleliğin temellerini kuvetlendirmektedir. Globalizim uluslararası bagımlılığın bir adıdır, aynı zamanda. . .

Sözümona özgürlük söylemlerini en yüksek perdeden dile getiren global emperyalizm, çıkarları söz konusuysa en çirkin işkencelerle insan onurunu rahatlıkla çiğnerler. Guantanamoda, Ebu Gureybde, Bagramda onların imzası vardır.

KÜRESEL KALKINMA

Küresel “kalkınma” projelerinin odağındaki temel hedef kadındır. Bu projeler kadın unsurunu emperyal egemen ideolojilere göre tanımlayarak, batılı kadın modeline uygun “modern/çağdaş” kadın tipini model olarak servise sunar. Toplumsal kabul görmek için bu modele mutlak surette uyulması gerektiğini empoze eder. Kadın üzerinden geliştirilen projelerde Müslüman kadın kimliğinin, Batının kadın tasavvurundan farklı oluşu sebebiyle doğal olarak bir çatışma ortamı ortaya çıkar. İslam’ın değerleriyle şahsiyetini oluşturan kadın, Batının ulaşmak istediği amacın gerçekleşmesi açısından engel teşkil eder. İslam ahlakındaki kadın erkek ilişkileri, liberal ahlakın bu bağlamdaki tutumuyla farklıdır ve zıttır. Burada global kalkınma, bağımsızlaşma kamuflajı içinde bir tek tipleştirme çabası da var. Müslüman halkları bu projenin içine çekerek, kendilerine benzetme çabasındalar.

 Hem Anayasa değişikliğindeki kadınla ilgili maddelerde, hem de BM’nin yeni hedeflerini belirlediği ve gözden geçirdiği son toplantılarda, kadının konumunun güçlendirilmesi gibi başlıklar, gelecek yüzyılda dünyanın yeniden düzenlenmesi için ciddi bir projedir. Küreselleşmenin/globalizmin gelecek yüzyılı dönüştürme projelerinde Türkiye’ye önemli bir rol biçilmektedir. Hatırlanacağı üzere bu toplantılara Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de katılmış ve BM’de bir konuşma yapmıştı ve şunlara dikkat çekmişti: “Kadının güçlendirilmesi kendi başına bir hedef değildir. Aksine, bütün kalkınma hedeflerinin de merkezinde olan bir hedeftir. Kadının hak ettiği yeri almasına izin verilmeyen bir toplumda ekonomik ve sosyal kalkınma sürdürülebilir kılınamaz.” Küresel hegemonyanın yapmak istediği basitçe bir kadını korumak değildir. Bu hassas noktadan yola çıkarak, toplum bazında emperyalist emellerini gerçekleştirerek, halklar üzerinde egemenlik baskısı kurmaktır.

Müslümanlar olarak gözümüzün önünde olup bitenlere karşı kayıtsız kalamayız. Küresel bir projenin yapmak istediği dönüşüm karşısında direnç noktası oluşturarak, zararlarından korunmak için bilinçli bir bakış açısı oluşturmalıyız. Küresel kapitalizmin öngördüğü liberal ahlakın zararları karşısında savrulmamak için, insanlığın geleceğini ipotek altına almayı planlayan projelere karşı mutlaka yapılacak şeyler vardır. Müslüman kadınlar olarak sorumluluklarımızın farkında olarak bir yaşam projesi ortaya koymak için çalışmalıyız.

 Malum olduğu üzere, küresel emperyalizmin her fırsatta işaret ettiği insan hakları, eşitlik, demokrasi, hukukun üstünlüğü, çok kültürlülük ve sivil toplum gibi söylemler aldatmaca ve hedef saptırmaya yöneliktir. Bu kavramlar küresel sömürgeciliğin maske kavramlarıdır. Dünyanın içinde bulunduğu kaos ortamı da gösteriyor ki, onların demokrasi talepleri sadece kendileri için. İnsan hakları ve özgürlük de sadece egemen güçler için ve onların çıkarlarını gözetmek ve haksızlıkların üzerini örtmek için kullanılan paravan kavramlardır.

MODA(Modo) Latince, oluşmayan sınır anlamındaki “modus”tan gelir. İngilizce karşılığı fashion’dır. Adet, usul, biçim, şekil, tarz, uslup, davranış, kibar sınıf hayatı, üst tabaka, yüksek zümre manalarını ihtiva eder. 

Yaygın olarak kıyafet anlamında kullanılmakla beraber, moda çok çeşitli sahalarda ortaya çıkmaktadır. Resim, müzik, ev dekorasyonu, felsefe, psikolojik ve sosyal bilimler, politik doktrinler vs. devamlı değişiklik gösteren sosyal yaşamın her alanı modanın ilgisine açıktır. (F.Barbarosoğlu, moda ve zihniyet)

 Moda kitleselleştirir, popülerleştirir. Moda kapitalist-ideolojik –profan/din dışı bir kavramdır. Tüm insanları aynı tarz ve biçim içinde etkisi altına alır. Modernleşme süreci içerisinde moda-zihniyet ilişkisi toplumsal anlayışı etkilemiştir. Her toplumun kendine özgü kıyafet tercihi vardır. Modanın etkisiyle bu farklılık gittikçe ortadan kalkmaktadır. Moda sosyal değişimi teşvik eden ve destekleyen önemli bir unsurdur. Genel anlayışın aksine moda sadece giyimle ilgili değildir. İnsanın genel yaşam felsefesine etki eder. Modernizmin halk arasında yaygınlaşarak kabuledilmesini çabuklaştırır.

Modacılar insanları modaya uyanlar ve uymayanlar olarak kategorize eder. Kitle iletişim vasıtalarının aracılığıyla modaya uyan kadının çekici olduğu empoze edilir. Özel sektör, kapitalist kelimesinin, moda israf kelimesinin olumsuz çağrışımlarını eritmek için kullanılır. Yalan, moda propagandasının en önemli özelliğidir. Modaya uyan insanlar ilerici, özgür, çağdaş kadınlardır. Moda bir gözlük, entellektüelliğin simgesi olarak takdim edilir.(F.Barbarosoğlu, moda ve zihniyet)

Moda ve Kapitalizm sıkı ilişkilerle bağlılık içindedirler.Kapitalist temele dayanarak kurgulanan sosyal, kültürel, ekonomik yaşam modelleri çıkarı önceleyip adaleti göz ardı eder. Menfaati önceleyen insan bencilleşir. Böylece ortaya çıkan tahammülsüz ve kanaatsiz insan topluluğu da küresel emperyalizmin çıkarlarına yardımcı oluyor. Moda küresel emperyalizmin en sağlam destekçisidir.

 KENTLİ KADIN VE MODA

Şehirleşmenin artışıyla kadının sosyal konumu, ciddi biçimde değişmiştir. Sanayi devrimiyle başlayan kadın işci istihdamı, Birinci Dünya Savaşı sonrasında kadın, üretime katılmaya çeşitli yollarla zorlanmışır. Günümüzde de bu konuda teşvikler sürmektedir. Kadın, bir süre sonra iş yaşamındaki yerini aktif tüketici konumuyla da temsil etmiştir. Küresel kapitalizmin kolanyal emellerini desteklemiştir. Gelinen bu noktada kadın, modern tüketim tarzının vazgeçilmez, arzulanan bir aktörüne dönüşmüştür. Çalışan, üreten, tüketen ve ayrıca da başkalarının tüketimini pompalamak için reklam malzemesi olarak kullanılan bir nesneye dönüşmüştür. Bu konuyla alakalı olarak, kozmetik ve moda sektörünün hiçbir dönemde hiçbir ekonomik krizden etkilenmeyen nadir alanlardan olduğunu düşünmek yeterli bir örnek olacaktır. (Ekonomik bağımsızlık için çalışan kadın maaşını kendi özel ihtiyacı/moda ve çocuğunun kreşi için harcar. Sabır, özveri, kanaat gibi özellikler kaybolur. Çocuk ve eş anneden mahrum kalır. Anlaşmazlıklar vb. durumlar çoğalır. Sonunda da boşanmalar kaçınılmaz olur. Ekonomik bağımsızlık adına çalışan kadın kapitalist sermayenin kölesi olur.  

MODANIN ÜRETTİĞİ PORTRE

Postmodern çağda, her bireyin bir ikiz imgesi vardır; bu imge (suret, kopya, zihinsel nesne), sürekli peşinde koşulan ama yakalanamayan ideal bir yapıdır. Postmodern çağın kadın kimliği de, sürekli olarak bir türlü yakalayamadığı daha güzel, daha şık, daha başarılı, daha becerikli, daha beğenilen ve daha çok onaylanan bir imajın peşinden gitmektedir. Bu durum tüketim kültürünün her seferinde daha ağır dozlarla pompaladığı genç kalmak, sağlıklı olmak, iyi görünmek temalarının sosyal yaşam alanlarını daha da genişletmektedir. Anti-aging ürünler, kozmetikler, başlama yaşı çok aşağılara inen estetik cerrahi operasyonları, moda sektörü, diyet kürleri hep kadının “beğeniliyorsam değerliyim” yanılsaması üzerinden beslenmektedir.

Moda söylemlerin etkisinde kalarak “tele-vole kültürüyle” medya(tv-sinema-gazete-dergi), sanal medya, inter-aktif iletişim gibi modern bombardımana maruz kalan genç-yaşlı, kadın-erkek toplumun herkesiminden insan için değer yargıları farklılaştı. Kadın-erkek karşılaşmasının çoğalması, on sekiz yaş imajı vurgusu, fit ve karizma olma gibi empozelerle “güzellik” algısı ve ölçüleri değişti. Kız ya da erkek gençler için donanımlı, bilgili, kültürlü, nazik bir aday film artisine benzemiyorsa hiçbir şeyin kıymeti yok. Artık modernlik adına mahrem zedelenerek her şey bir anda şova dönüşüyor. Takvanın yerini imaj işgal ediyor.   

MÜSLÜMAN KADIN VE TOPLUMSALLAŞMA

Modernizmin bir proje olarak “Kadınların kamusal alanda sosyal bir aktör olması” empozesi, söylem olarak güzel çağrışımlar veriyor. Seküler anlayış, din ve dünya ayrımını yaptıktan sonra bir de kamusal alan tarifi de yapıyor. O alana ancak benim koyduğum kurallara uyarsan girebilirsin ultimatomunu veriyor. Daha yakın zamana kadar böyle bir uygulama vardı, malumunuz. Bu durumdan müslüman kadın direkt etkilenmiştir. “Hak verilmez alınır” iddiasıyla yasak alana girmek için direnen kadın ilkelerinden ödün verdi. Tesettür emrinin kapsamı daraltılarak biçim ve öz olarak deformasyona uğratıldı. Başörtüsü şekil olarak saçı örten fakat vücut dili olarak tesettür/hicab fikriyle zıtlık arzeden bir yapıya büründü. Başörtüsü popülerleşti ama muhteva olarak anlam kaybına uğradı.(Tesettür insan için ortak emirdir. Kadın ve erkekte farklı tarzlardadır. Çıplaklığı reddederek, edep ve haya merkezli bir yaşam kurmayı öngörülmektedir.)  

Hicab, yalnızca vücudu örtmek değildir. Kadın ve erkek arasındaki ar-haya duygusunu da korur. Tesettürde şekil/biçimse, haya özdür. Bu emir ne şekilsiz ne de özsüz tamam olmaz. Hem biçim hem de içerikle uyumlu olmalıdır.

Tesettür, Kemalist seküler sistem için tehdit değil artık. İlkeden uzak uygulamalar zamanla o yanlışı standartlaştırıyor. Sonrada meşru olanmış gibi kabul ediliyor. Başörtüsü de böyle bir mecradan geçmiştir. Niteliksel olarak hala bu devam etmektedir. Başörtülülerde büyük bir kesim ilkesel olarak ölçü ve muhtevayı uygulamanın dışında bırakmıştır. Başörtüsü yükselen bir değer olarak popülerleşti. Başörtülü kadınlar kamusal alanda görünür oldular. Başörtüsü okullarda da serbest oldu. Ama tesettürün ubudiyet şuuruyla ilgisi kopartıldı. Şekil olarak silikleşti, öz olarak buharlaştı. İman ve nefis eğitimi olmaksızın yaygınlaşan tesettür sadece popülerleşir.

Tesettürlü kadınlar, tesettürün toplumsal mesafe/muhafaza ve koruma boyutunu içselleştirmediklerinde, taşıdıkları kıyafetin ifade ettiği anlama yabancı/yakışmayan jest ve mimiklerle, argo kelimelerle ve davranış tarzlarıyla tesettürün sembolize ettiği kimliğe aykırı davranışlar sergiliyorlar.(Moda etki)

Müslüman kadının toplumlaşması İslam’ın genel şemsiyesi altında olmalıdır. Toplumsal alanda varolan müslüman kadın, bu ilkeli varoluşuyla İnsanlık düşmanlarının yanlışlıklarına engel olmalıdır. Zararlı olan her şeyi ıslah etmek için çalışmalıdır. Nesli ve harsı bozmak isteyenlere karşı mücadelesini sürdürmelidir. (Gen teknolojileri, klonlama, GDO’lu ürünler, hazır ürün tüketimi vb.)

Sosyal ve kültürel faaliyet gösteren Müslüman kadının net planları olmalıdır. İslami yaşam ilkelerini koruyarak çalışma zeminini sağlam seçmelidir. Aksi takdirde toplumsallaşma adına Müslüman kadın kimliğinden koparak “kendisi olmaktan” uzaklaşır. Değişen dünyada değişiklikleri doğru düzlemde iyiye doğru geliştirmek gerekir.

Müslüman kadının toplumsallaşmayı nasıl gerçekleştireceği çok önemlidir. Her şeye rağmen, ne olursa olsun anlayışıyla gerçekleşecek toplumsallaşma Müslüman kadına yarar sağlamaz. Ahlaki prensiplerden sıyrılarak, fedakârlıktan vaz geçerek gerçekleşen toplumsallaşma Müslüman kadının hedefi olamaz. Toplumsallaşmayı nasıl açıklayacağız? Başarı ve zenginlikle mi? Makam ve mevkiyle mi? Kariyerle mi? Ya da şöhretle mi? Bu çok önemli. Bu bağlamda toplumsallaşmada Müslüman kadına neyin fayda vereceğini ya da zarara uğratacağı iyi analiz edilerek icraatlar ona göre planlanmalıdır. Modern dünya karşısında duruşumuzu ve kavramlarımızı koruyarak toplumsallaşma süreçlerinde kendimize yer bulmalıyız. Sırf toplumsal alanda varlık göstermek adına ilkesizce varoluş tercihi İslami şahsiyetimize zarar verir.

Kamusal hayatın dinle bağdaşmayan yüzüne karşı nasıl bir duruş sergileyeceğiz. Modern dünyada müslüman kadın olarak nasıl yer bulacağız? Bu konular üzerinde dikkatle yoğunlaşmak gerekiyor. Aksi takdirde başörtüsünün altında nasıl bir seküler hayat anlayışının, dünya tasavvurunun oluştuğunun farkına varamayız. Her ne durumda olursa olsun, her ne adına olursa olsun kamusal alanda ilke gözetmeksizin kalma hedefi/niyeti müslümanca yaşamak hedefinden uzaklaştırır.

İSLAM ÇÖZÜM ÖNERİSİ SUNAR     

Çağın insanının yani toplumun, modernizm ve postmodernizmin kıskacından kurtarılabilmesinin yolu kadın kimliğinin en doğru biçimde yeniden kurulmasından geçmektedir. Bu kimliğin doğru biçimde yeniden inşası konusunda öyle bir zemine ihtiyaç vardır ki, sadece o kimliğin yeniden doğru biçimde inşasıyla kalmayıp, kimliğin içinde şekillendiği sosyal yapıyı ve tüm kavramları da aynı doğrulukta yeniden inşa edebilsin. Böyle bir zemin, ancak İslam’ınhayat için öngördüğü değerlerle kurulur. Kadın ve erkek ilişkilerindeki hiyerarşik yapıyı “Kavvam” sıfatı bağlamında görev paylaşımı ilkesini benimseyerek karşılıklı muhabbet-meveddet-saygı kapsamında değerlendirirken, aynı zamandatarafların özerk kişiliklerini de teminat altına alan İslam’ın kurtuluş çağrısı, bu çağın acılarını dindirecek yegane söylemdir.

 Kur’an’ın bize bildirdiği kadın ve erkek, birbirini tamamlayan, birbirine dost ve yardımcı olan ve birbirine muhtaç yaratılmış olandır. Kur’an’a göre hem ferdi planda hem de toplumsal alanda kadının ve erkeğin görev ve sorumlulukları bellidir ve bunlar yapıldığında Allah’ın razı olması talep edilir. Kur’an’a göre insan bireyselleşmez, farklılaşmaya çalışmaz.Cinsiyet ayrımcılığı ve bedenin meta olarak kullanılmasına izin vermez.Cinsiyetler arasında çatışmayı değil sulhü önerir. Duyguları  paylaşmayı önemser.İnsan ilişkilerinin sıcaklığını ve güzelliğini ister ve tavsiye eder.

SONUÇ:

Müslüman kadın, insan aklının ürünü olan, Allah ile insan arasını açan ve insanı tanrı ilan eden ideolojilerin söylemleriyle doğru yaklaşımlara ulaşamaz. Müslüman Kadın; kapitalist, rasyonalist, pozitivist, feminist vb. batıkaynaklı fikir kalıplarıyla sorunlara çözüm bulamaz. Çözüm Kur’an ve Sünnetin aydınlık çehresindedir.

Sosyal değişimin motive edici gücü olarak sunulan “özgürlük” fikri insanı bağımsızlaştırır. Müstakil/özerk bir yaşam anlayışı insanı uzaklaştırır. Yaşamın insicamı çözülür. Eşler birbirlerine karşı özgür davranışlarla uzaklaşırlar. Anne-baba-çocuk özgürlük adına apayrı dünyalarda yaşarlar. Aynı çatı altında birbirine yabancı aileler oluşur.

Muhasebe etmiyorsak, olması gerekenle, olduğumuz durum içindeki gerilimi hissetmiyorsak, yanlışımızın/hatamızın farkında olamıyoruz. Hakikate ulaşmak istiyorsak varolan durumun zihnlerimizi neden bulanıklaştırdığını bilmeliyiz. Laik-seküler bir eğitim ve terbiyeden geçen müslüman kadın olarak artık ne kadar eşitlikçi olduğumuzu, ne kadar yenilikçi olduğumuzu hep cinsler arası ilişki üzerinden sorguluyoruz.

Bencilleşen insan yalnızca kendi çıkarlarını düşünen bireysel bir yapıda hareket ederek hedeflerini ve önceliklerini yitiriyor. Yalnızlaşırken hedeflerinden de sapıyor. İnsanın aklına ve gönlüne yapılan küresel emperyalist müdahale değer yargılarımızı bozuyor. Hedeflerimizi, önceliklerimizi erteliyor ya da önemsizleştiriyor. İnsanı varoluş bilincinden uzaklaştırıyor. Hakikat şuurunu kaybeden insan küresel emperyalizmin amaçlarına hizmet ediyor, farkına bile varmadan.

Bencilleşen, bireyselleşen insan atalete/tembelliğe düşer. Atalet ve rehavet insanı hedefini gerçekleştirmekten alıkoyar, uzaklaştırır. Zamanın kavram kargaşasından kurtularak, silkinip kalkmak, kendimize gelmek zorundayız. Yoksa küresel hegemonya bizi çepeçevre sarar. Küresel kapitalizmin tektipleştirme, “McDonaltlaştırma/Coca-Colalaştırma” bombardımanından kurtulamayız.

Küresel dünyanın değişen niteliğini sadece ekonomik ve siyasal hegemonya çerçevesinde değil, tüketim kültürü, kimlik politikaları ve cinsiyet dinamikleri çerçevesinde muhasebe edip anlamak gerekiyor.

Mitleştirillen başarı ve güzellik, putlaştırılan beden algısıyla kadın, moda ve güzellik endüstrisine hizmet ediyor. Lüks ve konforlu/ konformist bir hayat tercihiyle tüketim objesine dönüşen kadın, hem beden hem de ruh olarak sömürülmektedir. Sömürü odakları için en vazgeçilmez öge/meta kadındır.

Moda ve Kapitalizm sıkı ilişkilerle bağlılık içindedirler.Kapitalist temele dayanarak kurgulanan sosyal, kültürel, ekonomik yaşam modelleri çıkarı önceleyip adaleti göz ardı eder. Bencilleşen, tahammülsüz ve kanaatsiz insantipi de küresel emperyalizmin çıkarlarının destekçisidir.

Küresel kapitalizmin dini yoktur. Tüketim aracı olarak kutsal olan paradır. Küresel kapitalizmin mabetleri olan AVMleri dolduran başörtülü kadınlar, “vecd” içinde geçirdikleri zamanlarından dakikalar mescit olarak ayrılan mekanlarda namazlarını kılıyorlar.

Eşitlik vaatleri sayesinde kadınlar, kapitalist iş dünyasındaki kıyıcı çarkın en önemli malzemesi haline dönüşürler. Bakımlı, başarılı ve hırslı; fakat mutsuz, depresif ve yalnız kadınların sayısı günümüzde giderek artmaktadır.

Bilumum medya araçlarıyla, tv. dizileri ve reklam projeleri günümüz kadının algısını yeniden planlama peşindedir. Yemek proğramları, değişik yemek tarifleri sunarken kapitalist pazarın devamını sağlarlar. On çeşit ürün kullanarak kuş kadar yemek ortaya çıkarırlar. Modern alet ve edevat kullanım alanları da genişler. Modern teknolojik aletler prestij kaynağı olur adeta.

Yemekteyiz gibi proğramlarla, saygı ve minnet sınırları aşılarak her şey gösterişe endeksledi. İkram etmek ve karşılık olarak teşekkür etmek, hamd etmek, şükretmek gibi edebe dair anlayışları bir çırpıda yok etti. Çok özel sunumlarla karnı toklara yemek beğendirmek için uğraşanlar, midesi yapışan çocukların yaşadıklarından habersizler.

Kültürel yozlaşma ögesi olan televizyonda kadınlar daha çok dizi, magazin ve kadın proğramlarını izliyorlar. Biri bizi gözetliyor vb. Şov amaçlı yarışma programları ve kadın programları toplumu tehdit etmektedir. “İtiraf” adı altında yüz kızartıcı suçlar utanmadan ortaya saçıldı. Dedikodu ve iftira furyası şeffaflık adına özendirildi. Bu da toplumda çirkinliklerin yaygınlaşmasına ve meşrulaşmasına sebebiyet vermiştir.

“Tüketiyorum öyleyse varım” anlayışını empoze eden tüketim kültürünün başarı ölçüsü çok para kazanmaktır. Erkek, çok para kazanma idealinin içine hapsedilir. Nasıl kazanmaktan çok ne kadar kazandığı  önemli hale gelir. Bu bağlamda ideal baba, aile fertlerine iyi tüketebilme imkanlarını sunan babadır.  

Yeni zamanların tatil anlayışı, tesettür defileleri, milyon dolarlık defileler, pahalı başörtüler, sevgililer günü, kadınlar günü, anneler günü, doğum ve evlilik yıl dönümleri gibi özel günlere atfedilen anlam ve kutlamalar müslüman kadının modernleşme sürecinde geldiği noktayı gösterir. Daha önce islami değerlerle “yabancıya” benzememeyi savunan müslüman kadın, doksan sonrası “aslında bir farkımız yok” noktasına gelmiştir. Bu da müslüman kadın profilinin ne kadar değiştiğini ortaya koymaktadır.

Modern olmak adına feministçe yaklaşımlarla tarifler yaparak kendini ifade etme yoluna giden müslüman kadın, Allah’ın emrini sorgulama açmazına doğru kayar. “Allah’a, Resulüne ve ulul-emre itaat” (Nisa-59) emrine kayıtsız şartsız uyan müslüman kadın, bazı emir ve yasalar nefse “ağır” ve “zor” gelse de, Allah (c.c) bu şekilde hükmettiyse mulaka bir hikmeti vardır diye düşünerek emre ram olması beklenir. “Allah ve Resulü bir işe karar verdiği zaman mümin erkek ve kadına seçme hakkı yoktur.”(Ahzab-36)

Gittikçe canileşen bir dünyada teknolojik yeniliklerin teröre ve savaşa dönüştüğü acı bir gerçek. İslam coğrafyasına çevrilen modern teknoloji ürünü silahlar, müslümanların yaşadığı yerleri kan ve gözyaşına boğdu. İslam coğrafyasındaki mazlum müslümanlar zulmün pençesinde inlemekteler. Küresel emperyalizmin müslüman kadına karşı işlediği cinayetleri asla unutmadan, bugünümüzü projelendirerek hedeflerimizi İslam ümmetinin kurtuluşu adına belirlemeliyiz.

Küresel sekülerizm, din ve hayat arasında bir çatışma oluşturarak, insanın dünya ve ahiret arasındaki bilincini parçalar. Müslüman kadın bu tuzağa düşmeden, hayatı parçalayıp bölmeden tevhid kavramı kapsamında bir yaşam perspektifi geliştirerek, İslami bir kimlikle çağa şekil vermelidir.

    29 Zilhice 1434’de Hicri yılın son gününde bulunuyoruz. Hicri 1435 yılına adım atmak üzere olduğumuz şu dakikalarda, tüm kelimeleri hicret şuuruyla söyleyerek, Medine’yi ve medeniyeti yaşamak ve yaşatmak için çalışmak gerekir.

GRUBA KATIL