• Ali Kaçar

    Türkiye’nin Enerji Politikası ve Rusya

    - 25 Aralık 2015

enerji

Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler tarih boyunca sürekli inişli-çıkışlı bir süreç izlemiştir. Özellikle de Osmanlı İmparatorluğu ile Rus Çarlığı döneminde bu ilişkiler, karşılıklı çatışmalar ve savaşlar şeklinde devam etmiştir. Kısa aralıklarla barış ya da ateşkes ilan edilmiş ise de bu, çok uzun sürmemiştir. Her iki ülke de birbirlerine karşı sürekli bir tehdit algılaması içinde bulunmuşlardır. Bu ise, doğal olarak iki ülke arasında bir güven bunalımı meydana getirmiştir. Bu güven bunalımının kaynağını ise, Rus Çarlığı’nın, Rusya’nın sıcak denizlere inebilmek için Boğazlara hâkim olmak istemesi ve Anadolu’daki doğu illerine yönelik toprak talepleri oluşturmuştur. İlerleyen yıllarda dönemsel düzelmeler olmuş ise de, bu durum, Stalin döneminde daha da gerginleşmiştir. Stalin’in Türkiye’ye yönelik Çarlık Rusya’sı döneminden kalma talepleri gündeme getirmesi, Mustafa Kemal döneminde normalleşmeye başlayan ilişkileri daha da sıkıntılı hale getirmiştir. İlişkilerdeki bu gerginlik, Stalin’in (5 Mart 1953’de) ölmesine kadar devam etmiştir. Özellikle de Sovyetler Birliği Hükümeti’nin 30 Mayıs 1953 tarihinde, Türkiye’den toprak talebinde bulunmaktan vazgeçtiğini, Montrö Sözleşmesi’nin değişmesi ve Boğazların ortak savunması hakkındaki görüşlerinin değiştiğini beyan etmesiyle[1] iki ülke arasındaki gerginlik, yerini yumuşamaya bırakmıştır. Bu yumuşama nedeniyledir ki Mayıs 1960’daki U-2 casus uçağı ve 1962’deki Küba Krizi’ne rağmen küçük de olsa teknik bazı anlaşmalar yapılmıştır.

Süleyman Demirel döneminde 25 Mart 1967 tarihinde imzalanan anlaşma ile Sovyetler Birliği’nden bazı sanayi kuruluşları[2] için kredi temin edilmiş, üst düzey askeri, teknik ve siyasi ziyaretler artarak devam etmiştir. Bu ziyaretlerde yapılan görüşmeler sonucunda, iki ülke arasındaki ilişkileri düzenleyen iki önemli belge imzalanmıştır. Bu belgelerden biri, 1972 yılında imzalanan “İlkeler Deklarasyonu”, diğeri ise Başbakan Ecevit döneminde Haziran 1978’de imzalanan “İyi Komşuluk ve Dostça İşbirliği İlkeleri Siyasal Belgesi”dir.[3] Ekonomik işbirliği ilkelerini de kapsayan ikinci belge birinci Belge’nin daha da genişletilmiş şeklidir.

TÜRKİYE’NİN DOĞAL GAZLA TANIŞMASI VE RUSYA

Türkiye, doğal gaz ve petrol rezervi bakımından oldukça fakir bir ülkedir. Petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip ülkeler sıralandığında Türkiye ilk 50 ülke arasında dahi yer alamamaktadır. Türkiye, petrol ve doğalgaz rezervleri açısından zengin olmasa da, coğrafi ve politik konumu itibariyle petrol ve doğalgazın nakli için güvenli bir koridor sağlayan güvenilir bir ‘partner’ olarak görülmektedir. Avrupa Birliği’nin enerji açısından kaynak ülke ve güzergâhlarını çeşitlendirme politikası da Türkiye’nin bu pozisyonunu güçlendirmektedir.[4]

Türkiye, doğalgaz, petrol ve kömür ihtiyacını başta Rusya, İran ve Azerbaycan olmak üzere uzak yakın demeden –Nijerya, Cezayir gibi- birçok ülkeden gidermeye çalışmaktadır. Türkiye’nin doğalgazla ciddî anlamda ilk tanışması, önceden de TPAO’nun çok cüzi bir üretimi olmakla birlikte, 1984 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ile yapılan doğalgaz anlaşması ve buna bağlı olarak SSCB’nin gaz ihraç kuruluşu Gazeksport’la o tarihte Türkiye’de ham petrol boru hatlarından sorumlu devlet kuruluşu BOTAŞ arasında yapılan ticarî kontrat (Doğalgaz alım-satım sözleşmesi) ile başlamıştır. Bu sözleşme ile “BOTAŞ Boru Hatları ile Petrol Taşıma AŞ”, faaliyetlerine doğalgazın ithali ve taşınmasını da katmış, 9 Şubat 1990 tarihinde çıkarılan 397 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile de bu konuda tekel statüsü kazanmış, bu konumu 4646 Sayılı Doğalgaz Piyasası Kanunu’nun kabulüne kadar devam etmiştir.[5]

Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki ekonomik işbirliğinde çok önemli yeri olan diğer bir gelişme ise 19 Eylül 1984 tarihinde imzalanan Doğalgaz Anlaşmasıdır. Bu anlaşmanın önemli yanı, doğalgaz bedellerinin, Türkiye’den Sovyetler Birliği’ne mal ve hizmet ihracı suretiyle ödenmesinin öngörülmüş olmasıdır. Bu sayede Rusya ile Türkiye’nin ticari ilişkilerinin daha da genişlemesi mümkün olmuştur. Aynı anlaşma çerçevesinde sonradan yapılan düzenleme ile Türkiye’nin 1989-1991 yıllarında Sovyet Rusya’ya açtığı ticari nitelikteki Eximbank kredilerinin doğalgaz bedellerinden ödenmesi de karara bağlanmıştır.[6] Türkiye, Rusya’dan, 1984’de yapılan antlaşmadan sonra 1987’den itibaren yılda 6 Milyar m³ doğalgaz almaya başlamıştır. Batı hattı olarak da bilinen bu hatla Rus doğalgazı Rusya’dan çıktıktan sonra Ukrayna, Moldova, Romanya ve Bulgaristan’ı geçerek Tekirdağ üzerinden Türkiye’ye ulaşmaktadır.[7]

Avrupa’nın hızlı büyüyen doğalgaz pazarı olan Türkiye’nin 1984’de SSCB ile yaptığı ilk doğalgaz anlaşmasından sonra Türkiye’nin diğer enerji kaynaklarına göre birçok yönden üstün olan doğal gazla tanışması ve bu enerji kaynağını benimsemesi Türkiye’nin doğal gaza olan talebini hızla artırmaya başlamıştır. Doğal gaza olan talebin hızla artması üzerine o dönemde tek kaynak olan Rusya ile 1996’da ikinci doğal gaz anlaşması imzalanmıştır. Ancak Türkiye’nin genelde var olan enerji açığı Türkiye’yi alternatif doğal gaz kaynakları arayışına yöneltmiştir. Başta Azerbaycan ve Türkmenistan olmak üzere Mısır, Irak, Cezayir ve Nijerya ile doğal gaz alım görüşmelerinin başlatılması bu ülkelerin 90’lı yılların başlarında hızla büyüyen sanayisi ve artan nüfusuyla enerji açlığı çeken Türk doğal gaz pazarı için Rusya’yla rekabete girmelerine sebep olmuştur.[8]

Mavi Akım Projesi, Rusya Federasyonu ile yapılan üçüncü doğal gaz alım anlaşmasıdır.  Türkiye, gittikçe büyüyen enerji açığını kapatmak için Rusya ile 15 Aralık 1997 tarihinde imzaladığı “Rus doğalgazının Karadeniz altından Türkiye Cumhuriyeti’ne sevkiyatına ilişkin anlaşma çerçevesinde Mavi Akım Doğalgaz Boru Hattı Projesi” gündeme gelmiştir. Botaş ve Gazeksport arasında imzalanan 25 yıl süreli anlaşmaya göre, Rusya Federasyonu topraklarından başlayıp Karadeniz’den geçecek bir boru hattı ile Türkiye’ye yılda 16 milyar m³ doğalgaz taşınması kararlaştırılmıştır. Projenin yaşanan gecikmelere rağmen başlangıçta doğalgaz verme miktarı 2 milyar m³ olarak belirlenmiştir. 25 yıllık anlaşma süresince Rusya’dan toplam 365 milyar metreküp doğalgaz alınması planlanmıştır.[9]

Mavi Akım hattı, uzunluğu 1200 kilometre olup, 17 Kasım 2005 tarihinde açılmıştır. Açılış törenine, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la birlikte, Vladimir Putin ile Silvio Berlusconi katılmıştır. 1200 kilometre uzunluğunda doğalgazı taşıyan boru hattının, yaklaşık 380 kilometresi, Karadeniz’in altından geçmektedir. Deniz altındaki boru hattı, 2 bin 140 metre derinlikle, yeryüzünün en derindeki boru hattıdır. Hattın yapımını, İtalyan ENİ şirketi üstlenmiştir. Yıllık 16 milyar metre küp kapasiteli boru hattından Türkiye, 2002 yılı sonundan bu yana gaz almaktadır.

Rusya Federasyonu ile imzalanan bu üçüncü doğalgaz alım anlaşması Türkiye’yi doğal gazda Rusya’ya ciddi oranlarda bağımlı kılmıştır. Aynı zamanda siyasi yönü ile de çeşitli tartışmalara neden olan Mavi Akım projesi zaman zaman Türkiye ile Rusya arasında gerginliklerin de yaşanmasına sebep olmuştur. Ancak, bütün bu tartışma ve soruşturmalara rağmen projenin son aşaması olan ‘altın kaynak’ 20 Ekim 2002‘de Samsun’da törenle gerçekleştirilmiş ve Ankara-Samsun hattı Karadeniz’den geçen Mavi Akım hattıyla birleştirilmiştir.[10] SSCB ile yapılan anlaşma sonrasında doğalgazın Balkanlar üzerinden ülkemize naklini sağlayacak boru hattı sistemine, Bulgaristan sınırından bağlanarak ülke içinde gazı taşıyacak ana iletim hattımız inşa edilmiş, 1987 yılında doğalgaz alımına başlanıp elektrik üretiminde kullanıma başlanmış, 1988’de ilk şehir içi kullanım Ankara’da gerçekleşmiş ve Türkiye’de doğalgaz tanındıkça talep ve tüketim artmaya başlamıştır.

TÜRKİYE’NİN DOĞAL GAZ İHTİYACI

Türkiye’nin doğalgaz ihtiyacı her yıl, bir önceki yıla oranla artarak devam etmektedir. Sanayinin gelişmesi, yeni şehirlere doğalgazın götürülme politikası, bu ihtiyacı her yıl daha da arttırmaktadır. Türkiye’nin doğalgaz tüketimi 2014’de toplam 48-49 milyar m3 iken, 2015’de 51 milyar m3’den daha fazla olacağı tahmin edilmektedir. Oysa bu oran 2005 yılında 28 milyar m3,  2010’da ise 38 milyar m3 idi. Tamamına yakını ithal edilen doğalgazın %48-49’u elektrik üretiminde, %25’i sanayide, %6’sı hizmet sektöründe, %20’si ise meskenlerde kullanılmaktadır. Bu miktarın 2015’de 51 milyar m3’e çıkması tahmin edilmektedir.[11] 2016 yılında bütün illere doğalgazın götürüleceğini söyleyen Enerji eski Bakanı Taner Yıldız, “doğalgaz götürdüğümüz illerin sayısı 74, önümüzdeki yıl inşallah 78’e tamamlamış olacağız. 2016’nın sonunda da tamamını bitirmiş olacağız” demiştir. Bu da Türkiye’de doğalgaz tüketiminin 2016’da daha da artacağı anlamına gelmektedir. Bu sene (2015) 51 milyar m3 tüketim tahmin edilse de daha fazla olacağı hatta 55-60 milyar m3 ulaşacağı tahmin edilmektedir.

Türkiye, doğalgaz ihtiyacını borularla 3 ülkeden temin etmektedir. Bu ülkeler, Rusya, İran ve Azerbaycan’dır. Bu borularla getirilecek gazın kapasite olarak miktarı ikili anlaşmalarla tesbit edilmektedir. Rusya’dan, anlaşmada belirlenen kapasitenin üzerinde gaz alınırken, İran ve Azerbaycan’dan ise kapasitenin biraz altında alındığı belirlenmiştir. Boru hatlarıyla ilgili anlaşmalara göre boru hatlarından yılda toplam 36.3 milyar m3 gaz akmaktadır. Bu miktar Türkiye’nin doğalgaz ihtiyacının %85’ine tekabül etmektedir. Türkiye’nin toplam doğalgaz tüketimi 2014’de 49.2 milyar m3 olarak gerçekleşmiştir. Bu gazın %55’ini Rusya Federasyonu’ndan karşılanmıştır. Rusya‘dan alınan toplam doğalgaz miktarı (2014) 27 milyar m3 olup, bu, iki hattan temin edilmektedir. Bu hatlardan birisi Batı Hattı, diğeri ise Mavi Akım’dır. Batı Hattı toplam 14 milyar m3, Mavi Akım ise toplam 16 milyar m3 kapasiteye sahiptir.

Azerbaycan’dan gelen boru hattı yıllık 6.6 milyar m3, İran’dan gelen boru hattı ise 10 milyar m3 kapasitesine sahiptir.[12]

Türkiye ile Azerbaycan imzalanan bir başka anlaşma ile yeni bir boru hattı ile Azerbaycan doğalgazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması kararlaştırılmıştır. Adı TANAP (Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi) olan bu proje, ilk kez 17 Kasım 2011 tarihinde İstanbul’da düzenlenen 3. Karadeniz Enerji ve Ekonomi Forumu’nda gündeme getirilmiş, 26 Aralık 2011’de Türkiye ve Azerbaycan arasında mutabakat zaptı imzalanmıştır.[13]

TANAP, Türkiye’nin Gürcistan sınırında Ardahan ili Posof ilçesi Türk gözü köyünden başlayarak Ardahan, Kars, Erzurum, Erzincan, Bayburt, Gümüşhane, Giresun, Sivas, Yozgat, Kırşehir, Kırıkkale, Ankara, Eskişehir, Bilecik, Kütahya, Bursa, Balıkesir, Çanakkale, Tekirdağ ve Edirne olmak üzere 20 ilden geçecek ve Yunanistan sınırında Edirne’nin İpsala ilçesinde son bulacaktır.

TANAP Projesi kapsamında ilk gaz akışı 2018’de gerçekleşecek olup, başlangıç için yıllık 16 milyar metre küp olacak taşıma kapasitesinin, kademeli olarak önce 24 milyar metre küpe ve ardından 31 milyar metre küpe çıkarılması hedeflenmektedir.

TANAP Doğal Gaz Boru Hattı sistemi; 19 kilometresi Marmara Deniz geçişi olmak üzere toplam 1850 km ana hat ile Türkiye içerisindeki çıkış noktalarına olan bağlantı hatlarının işletmesinde kullanılmak üzere sayı ve nitelikleri aşağıda belirtilen yer üstü tesislerinden oluşmaktadır.

Vladimir Putin, 1 Aralık 2014’de Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Putin bu ziyaretinde, Doğu Avrupa ülkeleri üzerinden Avrupa’ya gidecek olan Güney Akım Projesini iptal ettiğini, bu hattın yerine Türkiye üzerinden Mavi Akım-2 ya da Türk Akımı ismiyle yeni bir boru hattı projesini gündeme getirmiştir. Bu boru hattının planlanan tahmini taşıma kapasitesi yılda 63 milyar metreküp olmakla beraber Türkiye’nin bu projeden yılda yaklaşık 14 milyar metreküp doğal gaz alması ve geriye kalan 49 milyar metreküp gazın Avrupa’ya ihraç edilmesi planlanmaktaydı. Ancak Türkiye’nin, Rusya’nın sınırı ihlal eden uçağını düşürmesi üzerine Rusya’dan Enerji Bakanı Alexander Novak, Rusya’nın Türk Akımı doğalgaz boru hattı projesinin hazırlık çalışmalarının askıya alındığını açıklamıştır.

Türkiye’nin doğalgaz tüketimini borularla gelen doğalgaz karşılamadığı için Cezayir, Nijerya ve spottan LNG (sıvılaştırılmış gaz) temin edilmektedir. Cezayir’den 4,1 milyar m3, Nijerya’dan 1,4 milyar m3, spot piyasasından ise 1,7 milyar m3 (LNG)[14] temin edilerek doğalgaz ihtiyacı karşılanmaya çalışılmaktadır. Türkiye getirilen sıvı gaz, BOTAŞ’ın Marmara Ereğlisi’nde 1994’de inşa ettiği 255 bin ton depolama ile yılda 5 milyar m3 kapasiteli tesisi ile Çolakoğlu grubunun 2006’da hizmete soktuğu, 280 bin m3 depolayabilen ve yılda 10 milyar metreküp doğalgazı ulusal boru hattına basabilecek kapasiteli Ege Gaz isimli bir LNG terminalinde depolanmaktadır.

Cezayir ve Nijerya’dan gemilerle getirilen, spot piyasadan satın alınan sıvı gaz, bu iki LNG terminalinde gaza dönüştürülerek doğalgaz boru hattına basılıyor. Bir gemi 60 bin ton LNG taşıyor. 60 bin ton LNG ısıtılınca 100 milyon metreküp doğalgaz ortaya çıkıyor. LNG fiyatları da talebe göre değişiyor ama genelde doğalgaz fiyatlarının altında. LNG’de pazarlık şansı yüksek. Ancak daha çok LNG ithal edebilmek için, yeni terminallere ve depolara ihtiyaç vardır.

RUSYA DOĞALGAZI DURDURABİLİR Mİ?

Türkiye, kendine yetecek kadar –en azından belirlenmiş ya da çıkarılmakta olan- doğalgaz rezervi bulunmadığı için doğalgaz ihtiyacının tamamına yakınını dışarıdan ithal etmek zorunda kalan bir ülkedir. Doğalgazı ithal ettiği ülkelerin başında ise Rusya Federasyonu gelmektedir. Türkiye, doğalgaz ithalatının yüzde 55’ini bu ülkeden yani Rusya’dan, geri kalanını ise İran ve Azerbaycan’dan boru hattı ile Cezayir, Nijerya gibi ülkelerden ise sıvılaştırılmış gaz olarak yapmaktadır. Aynı durum, petrol için de söz konusudur. Türkiye, petrol ithalatının da yüzde 35’ini Rusya’dan karşılamaktadır. Dolayısıyla Türkiye sadece doğalgazda değil petrol konusunda da Rusya’ya bağımlılığı söz konusudur. Ancak petrol ihtiyacını kısa sürede başka ülkelerden temin etme durumu var iken, doğalgazda bu durum çok daha zordur.

Türkiye ile Rusya ilişkileri, Rusya’nın, 30 Eylül 2015 günü Esad rejimini desteklemek amacıyla Suriye’ye girmesiyle sıkıntıya girmiş, 24 Kasım günü Rus uçağının düşürülmesi ile tam anlamıyla krize dönüşmüştür. Aslında zaten Rusya, Suriye’de halk ayaklanması başladığından 30 Eylül tarihine kadar geçen süre içerisinde Esad rejimine silah, danışman ve lojistik desteği vermekteydi. Ancak Esad’ın “gücüm tükendi, artık Suriye’nin %15’ini bile koruyamıyorum” demesi üzerine Rusya fiili, muharib/savaşçı güç olarak Suriye’ye girmiştir. Çünkü artık İran’ın, Hizbullah’ın, Şebbiha çetelerinin ve İran’ın çeşitli vaadlerle Pakistan’dan, Afganistan’dan getirttiği Şii milislerin gücü Esad’ı korumaya yetmemekteydi. Muhalifler, Esad ve destekçilerine rağmen, rejimden yeni stratejik önemi olan (İdlib, Cisre’ş-Şuğur ve Halep’in bazı mahalleleri gibi) yerleri ele geçirmişlerdi. Dolayısıyla Rusya açısından tren kaçmak üzereydi. Bu nedenle Rusya Suriye’ye girmek zorunda kalmıştır. Aksi halde Tartus limanı egemenlik hakkı ve Doğu Akdeniz’deki doğalgaz rezervleri üzerindeki hayali bitmiş olacaktı.

Üstelik Rusya, Suriye’ye girme kararını yalnız da vermemiştir; bu karar, büyük bir ihtimalle Putin’in, Obama ile 28 Eylül’de BM’nin 70. Yıl kutlamaları dolayısıyla yaptıkları görüşmede alınmıştır. Rusya’nın Suriye’ye girme kararı Obama’nın da işine gelmiştir. Çünkü, böylece IŞİD ve Suriye’deki radikal İslamcılar Rusya eliyle yok edilmiş olacak ya da Rusya, Suriye’de tıpkı Afganistan’da olduğu gibi yeni bir bataklığa saplanmış olacaktır. Her iki hal de, Obama’nın sadece Suriye’de değil bütünüyle Ortadoğu’da işini kolaylaştıracaktır. Çünkü İslamcıların –Ortadoğu halklarının- öfkesi Obama yerine Putin’e ve dolayısıyla Rusya’ya yönelmiş olacaktır. Aslında ABD, bir yandan da Putin’i/Rusya’yı zor durumda bırakmak için el altında bir takım girişimlerde bulunduğuna dair de yaygın iddialar bulunmaktadır. Örneğin ağır silahların muhaliflerin eline geçmesine ses çıkarmaması ve Rus uçağının Türkiye tarafından düşürülmesi gibi. Aslında her iki emperyal ülkenin de amacı Suriye’ye yerleşerek, Doğu Akdeniz’deki trilyonlarca m3 doğalgaz rezervini kontrolleri altın almaktır, yoksa Suriye halkının zulümden ve katliamdan kurtulması ya da kurtulmaması onlar için hiç önemli değildir. Aylan, Sena vb. diğer bebeklerin deniz sahiline vuran o minicik bedenleri de onların hiç umurunda olmamıştır. Şayet kendi emperyal menfaatlerinin önünde bir engel olarak görmeseler IŞİD de onların hiç mi hiç umurunda olmayacaktır.

24 Kasım’da Rusya uçağının Türkiye tarafından angajman kuralları gereğince düşürülmüş olması, Rusya-Türkiye ilişkilerinin kopmasına hatta iki ülkenin bir savaşın eşiğine gelmesine neden olmuştur. Nitekim Rusya, uçağının düşürülmesi nedeniyle Türkiye’ye yönelik olarak;

1- Ekonomik kararlar alarak Türkiye’den gelen meyve ve sebzeleri almayacağını, gelenlerin de geri gönderileceğini,

2- Askeri ilişkilerin durdurulduğunu,

3- Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’un Türkiye’ye yapacağı ziyaretin iptal edildiğini,

4- ÜDİK- Üst Düzey İşbirliği Konseyi’nin 14-15 Aralık’ta Rusya’nın St. Petersburg kentinde yapılacak toplantının da iptal edildiğini,

5- Türkiye’ye gelen 4 milyon civarında turistin güvenli olmaması nedeniyle Türkiye’ye gitmelerinin yasaklandığını,

6-   Afrin’deki PYD/YPG çetelerini eğittiğini ve silah yardımında bulunduğunu,

7- Suriye’ye askeri yığınağını arttırdığını; S-300, S-400 füzelerini Suriye’ye yerleştirdiğini, denizaltı gemilerine nükleer başlıklarını taktığını, savaş gemilerini Suriye’deki üslerine demirlediğini belirtmiştir.

Bunların dışında Rusya’nın asıl hedefi;

1- Suriye’de, Türkiye sınırındaki Türkmenlere dönük saldırılarını yoğunlaştırarak, Türkiye ile Türkmenlerin bağını keserek, yeni bir göç dalgasının Türkiye’ye yöneltmesi,

2- Kilis’teki Öncü Pınar sınır kapısının hemen karşısında bulunan ve Türkiye’nin muhaliflerle tek bağlantı yeri olan Azez’e saldırılarını yoğunlaştırarak buranın rejim güçlerinin eline geçmesini sağlayarak muhaliflerin Türkiye ile olan bağını kesmek istemesi,

3- Afrin’deki PYD çetelerini destekleyerek Cerablus’a yönelik yolun açılmasını sağlayarak Afrin ile Kobani kantonlarının birleştirilmesine yardımcı olmak ve böylece Irak’tan Türkmen Dağı’na kadar olan yerin tamamen PYD’nin eline geçmesini istemesi,

4- Türkiye’de özellikle de Nusaybin, Diyarbakır’ın Sur İlçesi, Silopi, Yüksekova ve benzeri yerlerde hendek kazarak, bomba yerleştirerek bu kentleri terörize eden PKK’lı teröristleri desteklemek suretiyle Türkiye’yi bölünmenin eşiğine getirmek ya da özür dileterek diz çöktürmek istemesi (nitekim sayılan bu kentlerde ve diğer yerlerde PKK’nın bu kadar pervasızca davranması, gerek Rusya’nın ve gerekse İran’ın -aynı zamanda Almanya, Siyonist İsrail vb diğer emperyal ülkelerin destek ve katkılarını da unutmamak gerek- yardımı olmadan bu kadar dayanmaları ve bütünüyle bir bölgeyi terörize etmeleri mümkün değildir),

5- Nükleer savaş, Üçüncü Dünya savaşı ya da Türkiye ile savaş çok mümkün görünmemekle birlikte başta Rusya ve ABD olmak üzere diğer emperyal devletlerin, PKK ve benzeri diğer işbirlikçi örgütler ve yönetimler kanalıyla vekâlet savaşlarını kışkırtarak bölgedeki hedeflerini gerçekleştirmesi,

6- Rusya, doğalgazı kısma ya da bütünüyle kesmeyi şimdilik bir tehdit aracı olarak kullanarak Türkiye’nin en zor zamanında kendi aleyhine bile olsa doğalgaz vanalarını kısmak ya da kapatmak için fırsat kollaması (Rusya‘nın, Türkiye’ye yönelik doğalgazı kesmesi hatta kısması bile çok kolay olmayacaktır. Çünkü Türkiye, Rusya’dan, Almanya’dan sonra ikinci büyüklükte doğalgaz tedarikçisi olan ülkedir. Üstelik Rusya’ya, Ukrayna ve Kırım’ı ilhakı dolayısıyla AB ülkeleri tarafından ekonomik ambargo uygulanmaktadır. Ayrıca buna ilave olarak petrol fiyatlarının da düşmesi Rusya’yı ekonomik olarak çok zor durumda bırakmıştır. Türkiye’ye ihraç ettiği doğalgazı kesmesi ya da kısması ekonomik durumunu daha da zora sokmuş olacaktır. Karizması çizilen Putin, bunu göze alabilir mi, zor da olsa alma ihtimali de az da olsa, vardır.)

Olarak sıralanabilir.

Türkiye, Rusya’nın bu tavırlarına karşı nasıl bir tavır koyabilir;

1- AB’nin uyguladığı ekonomik ambargoya kendisi de katılarak Rusya’yı ekonomik anlamda daha da zorlayabilir,

2- Rusya’ya verilen Mersin’deki 22 milyar dolar maliyetli Akkuyu nükleer santral inşası gibi projeleri iptal edebilir.

3- Başbakan Davutoğlu’nun Aralık/2015 ayı başında Azerbaycan’a yaptığı ziyarette 2018’de faaliyete geçmesi planlanan TANAP doğalgaz boru hattı projesinin daha erken bitirilerek faaliyete geçmesini sağlayarak doğal gaz alımını arttırabilir.

4- Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Katar’a yaptığı ziyarette ise sıvılaştırmış doğalgaz alımının arttırılması konusunda anlaşmaya varıldığı gibi aynı şekilde Türkmenistan gibi doğalgaz üreticisi olan diğer ülkelerden de doğalgaz alımını gerçekleştirilmesi, dolayısıyla Rusya’ya olan bağımlılığını azaltma yoluna gidebilir. Ancak bütün bunların kısa sürede gerçekleştirilmesi mümkün görünmemektedir. Çünkü bu anlaşmalar yapılsa bile sıvılaştırılmış gazı depolayacak ve gaza dönüştürecek tesisler Türkiye’de bulunmamaktadır. Bu ise Rusya’nın doğalgazı kesmesi halinde Türkiye’nin kış aylarını zor geçireceği anlamına gelecektir.

Türkiye kamuoyu, Rusya’nın, Suriye’ye girmesiyle sabah akşam Rusya’yı ve Putin’i konuşur hale geldi. Elbette konuşmalıdır; çünkü Rusya işgalci bir güçtür ve her gün onlarca masum sivili katletmektedir. Bu konuda Rusya’ya karşı ne yapılsa ve ne söylense azdır. Ama aynı şeyi ABD, İngiltere, Fransa, Siyonist İsrail de yapmaktadır ve onlar da her gün masum halkı katletmektedir. Ama nedense bunların yaptıkları katliamlar çok konuşulmamaktadır. Üstelik ABD öncülüğünde oluşan işgalci koalisyona, birçok işbirlikçi ülke yöneticisi de gönüllü katılmıştır. Türkiye de –isteyerek ya da istemeyerek- İncirlik üssünü açmıştır. ABD’nin etkin olduğu bu koalisyon gücü de gerek Irak’ta, gerekse Suriye’de, tıpkı Rusya gibi her gün masum halkı katletmektedir. Rusya da PYD’yi desteklemekte, eğitmekte ve silahlandırmaktadır, ABD de aynı şeyi yapmaktadır. Ama her nedense ABD’ye çok fazla ses çıkarılmamaktadır. Oysa bölge için Rusya ne kadar tehlikeli ise, ABD de o kadar hatta daha fazla tehlikelidir. Beşşar, Sisi, Netanyahu, Krallar, Sultanlar; hepsi emperyal ülkelerin kuklalarıdır. Elbette kuklalarla da uğraşılmalıdır, ama asıl uğraşılması gereken, asıl düşman, bunları destekleyen, ayakta tutan, darbeyle bunları işbaşına getiren emperyal ülkelerdir. Bu bilinmeden ve bunlara karşı ciddi bir tavır geliştirilmeden, bu diktatörlerden ve onları destekleyen işgalci güçlerden kurtulmak mümkün olmayacaktır.

 

 

[1] http://www.aso.org.tr/kurumsal/media/kaynak/TUR/asomedya/subat2005/buyutec_subat2005.html

[2] Bu kuruluşlar; İskenderun Demir Çelik Tesisleri, İzmir Aliağa Rafinerisi, Seydişehir Aliminyum Tesisleri, Paşabahçe Cam Sanayii, Bandırma Asit Sülfürük Fabrikası, Artvin Levha Fabrikası gibi. bkz; http://hafif.org/yazi/turkiye-deki-sovyet-yatirimlari/

[3] http://www.aso.org.tr/kurumsal/media/kaynak/TUR/asomedya/subat2005/buyutec_subat2005.html

[4] http://arsiv.setav.org/ups/dosya/58085.pdf

[5] http://www.enerji2023.org/index.php?option=com_content&view=article&id=113:enerj-doalgaz-ve-tuerkyenn-enerj-guevenlndek-rolue-ii&catid=15:stratej&Itemid=38

[6] http://www.aso.org.tr/kurumsal/media/kaynak/TUR/asomedya/subat2005/buyutec_subat2005.html

[7] http://www.turksam.org/tr/makale-detay/548-mavi-akim-turk-rus-iliskilerinde-mavi-bagimlilik

[8] http://www.emreozgur.com/Mavi.pdf

[9] http://www.emreozgur.com/Mavi.pdf

[10] http://www.turksam.org/tr/makale-detay/548-mavi-akim-turk-rus-iliskilerinde-mavi-bagimlilik

[11] Daha geniş bilgi için bkz; http://www.enerji.gov.tr/File/?path=ROOT%2F1%2FDocuments%2FSayfalar%2F2012+Do%C4%9Falgaz+Piyasas%C4%B1+Sekt%C3%B6r+Raporu+(EPDK).pdf

[12] http://www.dunyabulteni.net/manset/347886/rusya-gazi-keserse-alternatif-simdilik-zor-tablo

[13] http://www.radikal.com.tr/ekonomi/trans-anadolu-hattinda-imzalar-atildi-1073615/

[14] Sıvı gaz, (LNG) Liquid Natural Gas, bildiğimiz doğalgazın sıvıya dönüştürülmüş şeklidir. Doğalgaz eksi 162 santigrat derecede soğutulunca, hacim olarak 600 defa küçülüyor ve sıvı hale geliyor. Tankerlerle (-162 derecede) taşınıyor. Gemiden sahildeki özel terminallere boşaltılıyor ve sıvı olarak depolanıyor. Daha sonra -deniz suyu ile ısıtılınca- 600 defa büyüyor, gaz haline getiriliyor.