• Ali Kaçar

    Müslümanca Yaşamak Ancak Peygambere Tabi Olmakla Mümkündür

    - 13 Kasım 2022

Peygamber/ler olmadan ya da Peygamber/ler devre dışı bırakıldığı zaman İlahi vahyini muradını anlamak, onu yaşamak/pratize etmek mümkün olmaktan çıkar. Her kavim/ümmet, kendilerine gönderilen şeriattan, ancak peygamberleri kanalıyla haberdar olur ve bu şeriatı yani dini nasıl yaşayacaklarını da yine peygamberlerinden öğrenirler.

İslam’da peygamber(ler)e iman etmek farzdır. Çünkü İlahi vahiy, insanlar arasından Allah tarafın­dan seçilmiş peygamberler kana­lıyla insanlara ulaş(tırıl)maktadır. Dolayısıyla her Müslüman imanın şartlarından/tevhidin rükünlerin­den birisi olan peygamberlere iman etmek ve peygamberlerin Allah’tan getirdiği her şeyi tasdik etmek zo­rundadır. Ayrıca her Müslüman bu zorunluluğun neticesi olarak vah­yin hayata taşınması, pratikleşti­rilmesi anlamına gelen sünnete de ittiba etmesi şarttır. Çünkü sünnet Kur’an’ı/vahyi tefsir, mücmeli be­yan, umumu tahsis ve mutlak olanı takyid ederek her Müslüman’ın vah­yi/İslam’ı yaşamasını kolaylaştırır. Kısacası peygamberlik müessesi İs­lam dininin temel ve değişmez ku­rallarından birisidir. Peygamber/ler olmadan ya da Peygamber/ler devre dışı bırakıldığı zaman İlahi vahyini muradını anlamak, onu yaşamak/pratize etmek mümkün olmaktan çıkar. Her kavim/ümmet, kendi­lerine gönderilen şeriattan, ancak peygamberleri kanalıyla haberdar olur ve bu şeriatı yani dini nasıl yaşayacaklarını da yine peygam­berlerinden öğrenirler. İmam Ebu Hanife ‘peygamber ve peygamber­lik mesajı gelmeden, din’le, vahiyle ilgili hiçbir bilgiye sahip olmadan da, bir insan kendi vücut yapısına, çevresine; semaya, dağlara, taşla­ra, kısacası kainata bakarak, kai­natın kendi kendine var olmasının mümkün olmadığını, mutlaka bir yaratıcısının olduğunu akıl yoluy­la bulması gerekir. Ancak Allah’a karşı kulluk görevlerini, Allah’ın belirlediği çerçevede yerine getire­bilmesi için mutlaka bir peygam­berin ya da peygamberin getirdiği vahyin mesajından haberdar olma­sı gerekir’ diyerek peygambersiz kulluk görevinin yerine getirilme­sinin mümkün olmadığını belirtir. Bu nedenledir ki her ümmete bir peygamber gönderilmiştir. Hz. Mu­hammed (as)’a kadar gelen bütün peygamberler belirli bir zaman ve belirli bir kavme gönderilmişken, son peygamber Hz. Muhammed (as) kıyamete kadar bütün zaman ve bütün insanlığa gönderilmiş[1] son peygamber,[2] Kur’an-ı Kerim ise son kitaptır. Yani Hz. Muhammed (as)’dan sonra yeni bir peygamber ve Kur’an-ı Kerim’den sonra da yeni bir kitab gelmeyecektir. Dolayısıyla son peygambere gönderilmiş ilahi vahyin tahrifi/değiştirilmesi de söz konusu değildir. Çünkü bu vahyin koruyuculuğunu Allah’u Teala biz­zat kendi üzerine almıştır.[3]

İslam’da peygamberlik, Kur’an-ı Kerim’in dolayısıyla İslam dininin anlaşılmasında ve yaşan­masında en önemli, hatta tek vası­tadır. Çünkü Allah (cc), ancak, pey­gamberleri kanalıyla vahyi insa­noğluna göndermiştir. Bu mesajın pratiğe nasıl aktarılması gerektiği, insanoğlunun Allah’ı gereği gibi tanıma ve O’na karşı kulluk göre­vini nasıl yerine getireceği, helal ve haramları, tevhid ve şirk ayrı­mı; kısacası bütünüyle İslam dini, peygamberler kanalıyla bilinmek­te ve yaşanmaktadır. Peygamber/ler olmaksızın İslam’ı yaşamak, Allah’ı gereği gibi tanımak ve O’na karşı kulluk görevini gereği gibi yerine getirmek mümkün değildir. Zaten her peygamberin gönderiliş amacı da insanoğlunun Allah’a karşı kulluk görevini nasıl yerine getireceği konusunda eğitilmesidir. Nitekim Allah’u Teâlâ, bu nedenle ‘her topluma Allah’a ibadet etmek ve tağuttan kaçınmak’[4] ve ‘tayyi­batı/temiz şeyleri helal, habais/pis şeyleri de haram kılmak’[5] için bir peygamber göndermiştir. Demek ki peygamberlerin gönderiliş amacı insanları Allah’a ibadet etmeye ve tağuttan kaçınmaya davet etmek­tir. Bu davetin yapılabilmesi için de her ümmete mutlaka bir peygamber gönderilmiş olması gerekmektedir. Zaten birçok ayet de bunu teyid et­mektedir: “İçinde azabı haber veren bir korkutucunun geçmediği hiçbir ümmet yoktur”[6]; “Her ümmetin bir elçisi vardır.”[7] Ayrıca, peygam­ber gönderilmeyen kavimlere ise azab edilmeyeceği yine Allah’u Teala tarafından bize bildirilmiş­tir; “Biz peygamber göndermediği­miz kavme azab etmeyiz.”[8] Bu ve benzeri ayetlerden de anlaşılacağı üzere peygamberler kendi kavim­leri içinde ilk Müslüman[9] oldukları gibi, aynı zamanda kavimleri için İslam’ı yaşamada, onu hayata taşı­mada da ilk örnektirler.

İlk insan[10] ve ilk peygamber Hz. Adem (as)’dır,[11] son peygamber ise, Hz. Muhammed (as)’dır.[12] Bu iki peygamber arasında sayısını ancak Allah’ın bildiği kadar pey­gamber gelip geçmiştir. Kur’an-ı Kerim’de ise bu peygamberlerden yalnızca yirmi beşinin adı zikre­dilmiştir. Bazı hadislerde peygam­berlerin sayıları belirtilmiş ise de, bu konudaki hadisler ahad yoluyla geldiğinden kesin delil sayılma­mıştır. Çünkü peygamberleri bir sayı ile sınırlandırmak, bu sayının dışında kalanları peygamber kabul etmemek sonucuna götürür ki, bu­nun için de kesin delil gerekmekte­dir. Kur’an-ı Kerim’de; “Daha önce bazılarını sana anlattığımız, bazı­larını da anlatmadığımız peygam­berler gönderdik”[13] buyurulmak suretiyle kendi peygamberine bile zikretmediği peygamberlerinin var olduğunu anlamaktayız.

Kur’an’da adı zikredilen ya da edilmeyen bütün peygamberler, İslam peygamberleridir. Her Müslü­man, aralarında hiçbir ayrım yap­maksızın[14] bütün peygamberlere iman etmeyi ve onları birer İslam peygamberi olarak kabul etmeyi kendi için farz bilir. Aksi halde, yani peygamberlerden birini kabul, diğerini reddeden birinin Müslü­man olarak kalması mümkün de­ğildir. Çünkü, böyle bir tavır, aynı zamanda –haşa- Allah’ı yalanla­mak anlamına gelir.

PEYGAMBERE İTAAT ALLAH’A İTAATTIR!

Peygambere itaat etmek her Müslüman’a farzdır. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de peygambere ita­at etmeyi emreden onlarca ayet vardır. Hiçbir Müslüman bunca ayete rağmen peygamberlere ita­at etmekten kendisini muhayyer addedemez. “Mü’min kadın ve mü’min erkekler, Allah ve Resulü bir konuda hüküm verdiği zaman, onlar için kendi işlerinde muhay­yerlik hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse, apaçık bir sapıklık içindedir”[15] ayeti ile “Rabbine and olsun, aralarında çe­kiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içle­rinde hiçbir sıkıntı bulmaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olma­dıkça, iman etmiş olmazlar”[16] ayeti kadın, erkek her Müslüman’ın pey­gambere ve peygamberin verdiği bir hüküm karşısında teslimiyetten başka bir tercihlerinin olmadığını apaçık bir şekilde göstermektedir. Hiçbir Müslüman, peygamberin verdiği hükme rağmen, kendisi ne başka bir hüküm arayabilir ne de peygamberin hükmü, -geçen bunca seneye rağmen- artık bağlayıcılığı­nı kaybetmiştir deme hakkına sa­hiptir. Böyle bir hakkı kendisinde gördüğü zaman, “Peygambere itaat Allah’a itaattir”[17] ayeti gereğince sadece peygambere değil, aynı za­manda Allah’a da itaat etmemiş olur. Ben Müslüman’ım diyen hiç­bir kimse böyle bir durumla karşı karşıya kalmak istemez herhalde!

Her peygamber olduğu gibi Hz. Peygamber de alelade, sıradan bir insan, bir postacı, bir hükümdar, bir kral, bir devlet başkanı değildir. O, büyük bir ahlak üzere olan,[18] Allah’tan gelen vahiyle biz insan­ların bilmediğini bilen,[19] kendisi­ne hidayet/doğru yol gösterilen,[20] yanlışları/hataları Allah tarafın­dan vahiyle düzeltilen[21] hayatında bizim için güzel bir örnek bulunan, sadece itaat edilmek üzere[22] ve âlemlere rahmet olarak gönderi­len[23] bir peygamberdir. Dolayısıyla Hz. Muhammed (as) Abdullah’ın ya da Amine’nin oğlu ve yahut da Hz. Hatice (r.anha)’nın kocası olduğu için kendisine itaat edil­mesi emredilen birisi değildir. O yani Hz. Muhammed (as) ve diğer peygamberler, Allah tarafından biz insanlar arasından seçilerek gönderilen, vahiyle desteklenen ve korunan[24] masumiyeti olan in­sanlar olmaları dolayısıyla örnek alınmakta ve kendilerine itaat em­redilmektedir. Zaten Allah’u Teâlâ “Biz peygamberlerden hiç kimseyi ancak Allah’ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik”[25] buyurmak sure­tiyle de, ben Müslüman’ım diyen bir kimseye başka bir tercih hakkı bırakmamaktadır. Bu emirlere rağ­men birileri peygamber(ler)in ver­diği hükümlerin dışında başka bir tercihte bulunursa, onun bu tavrı, onun Müslümanlığını tartışmalı hale getirir. Çünkü Müslüman’ım demek Allah’a ve Resulüne teslim olmayı gerektirmektedir. Dolayısıyla ben Müslüman’ım diyen bir kimse Allah’a ve Resu­lüne itaat etmede bir kayıt, bir sınır koyamaz. Çünkü Allah’a ve Resulüne itaat mutlak iken, diğer kimselere –ana, baba, büyükler, öğretmen, âlim, devlet başkanı vb- itaat ise kayıtlıdır. Yani bu kimse­ler Allah ve Resulüne itaat ettikleri müddetçe onlara itaat edilir. Aksi halde, Peygamber Efendimiz (as)’ın buyurduğu gibi ‘masiyette/Allah’a isyanda, itaat yoktur.’ Zaten “Ey İman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamberine itaat edin, sizden olan ulu’l-emr’e de”[26] ayeti, bu ko­nuda herhangi müphemlik bırak­madan bu konuya açıklık getirmiş­tir. Çünkü bu ayette Allah’u Teâlâ kendisiyle Peygamberine itaati aynı türden, Ulu’l-Emr’e itaati ise Allah’a ve Peygambere itaat etme şartına bağlamıştır. Yani Allah’a ve Peygamberine itaat mutlak olduğu halde, Ulu’l-Emr’e itaat ise kayıtlı­dır. Aynı şekilde “Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağış­lasın. Allah bağışlayandır, esirge­yendir. De ki: “Allah’a ve Resulü­ne itaat edin Eğer yüz çevirirlerse şüphesiz Allah, kâfirleri sevmez”[27] ayetlerinde de Allah’ ve Resulüne itaat aynı türden gündeme getiril­miş, –gerek Allah’a ve gerekse Pey­gambere- itaatten yüz çevirme hali ise küfür olarak değerlendirilmiş­tir. O halde bir Müslüman’a düşen görev Resule itaat etmektir. Çünkü Peygambere itaat etmenin, Allah’a itaat”[28] olacağını bize Allah emret­mektedir.

PEYGAMBERE İTTİBA KONU­SUNDAKİ KAFA KARIŞIKLIĞI NEDENDİR?!.

Kur’an’da bunca ayete ve pey­gamber efendimizin bunca hadisi­ne rağmen, Peygamber’e (as) tabi olma, O’nun sünnetine uyma ko­nusunda günümüz insanlarında bir kafa karışıklığının olduğunu görmekteyiz. Kimisi “peygamber­lik dönemi bitmiştir, peygamber de bizim gibi bir insandır. Dola­yısıyla peygamberin sözleri de­ğil, Allah’ın kitabı bizi bağlar. Biz Kur’an’da bulduğumuzla amel eder, bulamadığımızla da kendi­mizi muhayyer addederiz” derken, kimisi de “Biz peygambere iman ederiz, ama peygamberin sözleri olan hadisler Kur’an gibi muhafa­za edilmediği ve çokça uydurma söz de peygambere isnad edildiği için, bizler ancak Kur’an’a uyan, Kur’an’a ters düşmeyen hadisleri kabul ederiz” demektedir. Yine bir kısmı da “peygambere ulûhiyet sı­fatı vererek, farkında olarak ya da olmayarak sadece Allah’a ait olan bazı sıfatları peygambere vermek­tedirler. Bunlara göre peygamber o kadar yücedir (elbette yücedir), o kadar yücedir ki, bizler kimiz ki onun hayatını yaşayabilelim. O’nu kendimize örnek alabilelim” de­mektedirler. Allah’ın, ‘peygambere itaat Allah’a itaattir ya da O’nun hayatında sizin için güzel bir örnek vardır veyahut da âlemlere rahmet olarak gönderdik’ dediği peygam­ber konusunda bu kafa karışıklığı­nı anlamak mümkün değildir. Bu, İslam’ı bilmeme anlamında cahil­lik mi, bile bile Allah’ın ayetlerini inkâr mı, yoksa günümüz dünya­sına egemen olan küfür ve tağuti sistemlere hoş görünmek ya da on­lar karşısında yenilmişliğin ezik­liği, kompleksi mi?! Her ne olursa olsun, peygambere karşı çıkmak, onu yok saymak, kimi hadisleri­ni şüpheli görerek bütün hadislere şüpheli nazarıyla yaklaşmak bir Müslüman’ın asla yapmaması ge­reken bir ameldir. Ekonomik geri kalmışlık ya da batı dünyasının bi­lim ve teknoloji üstünlüğü veyahut egemen şirk sistemlerinin etrafa saldığı şiddet, korku ve terör; bun­ların hiçbirisi Müslüman’ı Allah’a ve Peygamber’e itaatten alıkoyma­ması gerekmektedir. Çünkü Müs­lüman bilir ki, ‘Allah, inananlarla birliktedir’ ve yine bilir ki “Allah’a inanmak ve O’na güvenmek”[29] üs­tün olmayı gerektirir. Hadisler, Kur’an-ı Kerim gibi korunmamıştır ve geçmişte bin­lerce uydurulan sözler hadis diye nakledildiği için güvenilir değildir diyerek hadisleri tartışmalı hale ge­tirenler, ne yazık ki bugün Kur’an-ı Kerim’i de tartışmalı hale getirmiş­lerdir. Zaten hadis inkârcılığının ya da sahih hadis/sünnet diyerek yola çıkanların varacağı yer de burası­dır. Dolayısıyla biz Müslümanlar, Resulullah (as)’ın buyurduğu gibi “Sakın sizden birinizi koltuğuna yaslanmış otururken, kendisine emrettiğimiz veya yasakladığımız hususlardan bir husus geldiğinde: ‘Biz bunu bilmiyoruz. Biz, Allah’ın Kitabı’nda ne bulduysak ona tabi oluruz’ diyenler gibi olmamalıyız! Çünkü bizler Peygamber’e tabi olur­ken de –aynı zamanda- Allah’a tabi ve O’nun emrine uymuş oluyoruz.

Örnek Kur’an neslinin yaşadığı ilk dönemlere baktığımızda, pey­gambere itaat etme, O’na tabi olma konusunda bir kafa karışıklığı yoktu. Tam tersine o dönem nesli Allah’ın istediği ölçülerde peygam­bere tabi olma noktasında herhangi bir eksiklik, bir zaafiyet gösterme­mişti. Nitekim Hz. Ebu Bekir (ra), münafıkların çıkardıkları onca yaygara ve dedikoduya rağmen İsra ve Mirac olayı ile ilgili gelen haberi hemen tasdik etmesi, Hz. Ömer (ra) Hacer’ül Esved taşı ile il­gili “çok iyi bilirim ki, sen zararı ve faydası olmayan bir taş parçasısın. Eğer Rasûlullah öpmemiş olsaydı seni asla öpmezdim” demesi, Muaz b. Cebel’in Yemen’e vali olarak gön­derilirken ne ile hükm edersin diye sorulduğunda, ‘önce Kur’an’la, onda hüküm bulamazsam sünnet­le… “ diyerek gösterdiği teslimiyet neden günümüz insanlarında yok­tur? Bugün, kendisini İslam’a nis­bet eden bu kadar aydın, ilahiyatçı, yazar ve çizer, o günün insanların­dan daha mı iyi Kur’an’ı anlamış ve hayatlarına aktarmışlardır? El­bette ki hayır!

Bugün ayrılıklarımızın, parça­lanmışlıklarımızın, güçsüzlüğü­müzün, içinde yaşadığımız tağuti ve şirki sistemlere yamanmamızın, payanda oluşumuzun nedeni Pey­gamberi gereği gibi tanımamak ve O’nun mücadele metodunu kendi­mize örnek almayışımızdan kay­naklanmaktadır. Çünkü O (as), şir­kin en yoğun olduğu, baskıların, işkencelerin şehadetle neticelendi­ği zulumat ortamında müşriklerin işbirliği teklifini ‘bir elime ayı, bir elime güneşi verseniz dahi’ diye­rek elinin tersiyle itmiş ve küfürle, şirkle asla uzlaşmamış bir peygam­berdir. O (as), Müddesir Suresi’nin ilk ayetleri geldiği zaman artık bi­raz dinlen diyen eşi, mü’minlerin annesi Hz. Hatice (r.anha)’ya ‘artık dinlenme vakti geçmiştir’ diyerek gece gündüz, hayatı pahasına in­sanların küfür ve şirk bataklığın­dan kurtulmaları için çaba sarf eden bir peygamberdir. O (as), ‘biz senden bıktık, usandık, sen hala bizden umudunu kesmedin mi’ diyen kavimlere, umudunu, heye­canını hiç kaybetmeden İslam me­sajını götürmenin çabası, gayreti içinde olmuş bir peygamberdir. O (as), namaz kılarken üzerine hay­van işkembesi atılmasına, Taif dö­nüşü ayakları kan revan içerisinde kalmasına rağmen, ‘nesillerinden Müslüman çıkabilir’ düşüncesiyle beddua etmeyen ‘mü’minlere karşı şefkatli ve merhametli’[30] bir pey­gamberdir.

İşte Allah’u Teâlâ böyle bir peygamber’e iman ve itaat etmemi­zi istemektedir. Çünkü O (as), Allah tarafından bütün insanlığa ve kı­yamete gönderilen bir peygamber­dir. Biz Müslümanlara yaşantısı ile, mücadelesiyle itaat edilmesi ve örnek alınması istenen/emredilen bir peygamberdir. Hz. Peygamber (as), sadece yaşadığı dönemde de­ğil, bugün de, yarın da ihtilafları­mızın çözümünde[31] ve İslam’i mü­cadelemizde biz Müslümanlara ör­nektir. Müslümanlar olarak bizler, Hz. Peygamber (as)’a itaat etmek ya da örnek alıp almamada muhayyer değiliz. Biz Müslümanlar ancak, Hz. Peygamber’e itaat ettiğimiz ve O’nun mücadele metodunu örnek aldığımız zaman içinde yaşadığı­mız zilletten kurtulabiliriz. Zaten birlik, beraberlik ve vahdet, ancak o zaman oluşur.

Ali KAÇAR

[1] “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” Enbiya, 21/107

[2] “Muhammed sizin erkeklerinizin hiç biri­sinin babası değildir. Ama Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur.” Ahzab, 33/40

[3] “Şüphesiz o Kur’an’ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.” Hicr, 15/9

[4] Nahl, 16/36

[5] A’raf, 7/157

[6] Fatır, 35/24

[7] Yunus, 10/47

[8] İsra,17/15; ayrıca bkz: Şuara, 26/208, Ka­sas, 28/59

[9] En’am, 6/14, 163; Zümer, 39/12

[10] Bakara, 2/31; Hicr, 15/26-29

[11] N. Mehmet Solmaz-Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Kur’an-ı Kerim’e Göre Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi c.1, Ensar Neşriyat, 1991, İstanbul, s.15

[12] Ahzab, 33/40

[13] Nisa, 4/164

[14] Bakara, 2/285

[15] Ahzab, 33/36

[16] Nisa, 4/65

[17] Nisa, 4/80

[18] Kalem, 68/4

[19] A’raf, 7/62

[20] Duha, 93/7

[21] Abese, 80/1-12; ayrıca bkz: Enfal, 8?67, Tevbe, 9/80, 84, Tahrim, 66/1

[22] Nisa, 4/64,65,80

[23] Enbiya, 21/107

[24] Maide, 5/67

[25] Nisa, 4/64

[26] Nisa, 4/59

[27] Al-i İmran, 3/31-32

[28] Nisa, 4/80

[29] Al-i İmran, 3/139

[30] Tevbe, 9/128

[31] Nisa, 4/59