Küsmek herhangi bir olumsuz sebeple bir kişinin başka biriyle olan ilişkisini sevgi, söz veya davranış düzeyinde kesmesi veya azaltması demektir. Günlük hayatta insanlar maalesef birbirlerini yanlış anlayıp birde alıngan olmaları sebebiyle aralarında soğuk rüzgarlar esmesine sebep olabiliyor. Bu olayda maalesef şeytan kazançlı çıkıyor. Küsme eylemine kalkışan birisinde zanda bulunma hareketleri başlar daha sonra kimle karşılaşsa gıybet etme gereksinimi duyar. Küs olduğu kişinin sürekli kötü hallerini anlatır ve insanların gözünden düşmesini sağlar. Daha sonra durmak yok yola devam der, geçmişe gider geçmişte ne kadar kötü olaylar yaşamışsa küs olduğu kişiyle onları gündem eder, karşıdaki insanın düzelip düzelmediği, tövbe edip düzgün insan olduğu umurunda dahi olmaz, çünkü şeytan iş başında sürekli vesvese vermektedir. Allah’a, Kitab’a, Peygambere iman ettiğini söyler ama barışmak için hiç çaba göstermez. Birde hiç mi hiç birbirleriyle görüşmezler. Küsenlere sorulduğunda da “ben küs değilim” veya “biz küs değiliz” derler. Şunu unutmayalım; birbirlerini bayramlarda veya diğer günlerde arayıp sormayan kişiler birbirlerine küsmüşlerdir, küsmenin kendisi budur işte.
Ebû Hüreyre’den (radıyallahu anh) rivâyet edildiğine göre, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Herhangi bir konuyu size emredip yasaklamadığım sürece, siz de beni kendi halime bırakınız. Sizden önceki ümmetleri çok sual sormaları ve peygamberlerine karşı münakaşaya dalmaları helâk etti. Size herhangi bir şeyi yasakladığım zaman ondan kesinlikle sakınınız, bir şeyi emrettiğimde de onu, gücünüz yettiği ölçüde yerine getiriniz.” (Buhârî, İ’tisâm 2; Müslim, Hac 412, Fezâil 130-131)
Nitekim Efendimiz defalarca uyarı yapıyor hadislerinde, “birbirinize sırt dönmeyin, küsmeyin, emirlere itaat edin” diye. Geçmişi sürekli gündem etme eyleminden vazgeçemeyenler bilsinler ki sadece ve sadece şeytanı memnun etmektedirler. Çünkü geçen geçmişte kalmıştır, hatasıyla günahıyla geçmişe tekrar dönemeyiz, geçmişe tevbe edip Rabbimizden af dilemeliyiz ve önümüze bakmalıyız. Ancak bu şekilde Rabbimizin rızasını kazanırız. Yoksa “şu bana şu zamanda şöyle demişti, bana şöyle yapmıştı, bana ihanet etmişti” demenin hiç kimseye faydası olmayacaktır. Böyle yapmazsak sadece kin ve nefretin artmasına sebep olmakla birlikte şeytanın hükümdarlığının artmasına sebep olacağızdır.
Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Her insan hata işler; ama hata işleyenlerin en hayırlısı, çok tövbe edenlerdir.” (Tirmizî, Kıyâme 49.). “Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı.” (Müslim, Tevbe, 9, 10, 11). Bu bağlamda geçmişe çizgi çekmek gerekmez mi? Sürekli geçmişi gündem etmenin hiç kimseye bir faydası olmayacaktır. Şöyle İslam öncesi cahiliye dönemine bir dönüp bakarsak, cahiliye devrinde kabilecilik anlayışının hakim olduğunu görmekteyiz. Araplar arasında kin, nefret ve intikamdan kaynaklanan ve yıllarca süren küsme eylemi görülmektedir. İslam geldi bu tür davranışları neden halâ devam ettirmek istiyor Müslümanlar? Yoksa yeniden cahiliye dönemine mi dönmek istiyorlar? Yeni bir din mi gelecekte bizim mi haberimiz yok? Dinin tamamlandığını neden kulak arkası yapıyor Müslümanlar? Cahiliye devrinde bazı sebeplerle yıllarca küsen sahabilerin İslam gelince İslam’ın kurallarını hemen kabul edip küsmeden vazgeçip, barış yolunu tuttuklarını görmekteyiz. Bizim de sahabileri örnek almamızın, hem Allah’ı razı edip hem de aramızda kardeşliği tesis etmemizin vakti gelmedi mi? Kur’an Müslümanları kardeş olarak tanımlamış ve İslam kardeşi olmalarını istemiştir. Rabbimiz bu durumu bize şöyle haber vermektedir: “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.” (Hucurat 10). Ayet açık ve net değil mi? “Müminler ancak kardeştir” diyor Rabbimiz. Müminler kardeşse kin ve nefret neden?
Şimdi Rabbimizin uyarılarına kulak verelim: “Muhammed, Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vâdetmiştir.” (Fetih 29)
Bizler birlik olmalıyız ki kâfirlere korku salabilelim. Bizim birbirimizle çekişmemiz kâfirlerin işine yarayacaktır, bu da İslam’ın zayıflamasına sebep olacaktır. “ Yeminlerinizden dolayı Allah’ı (O’nun adını), iyilik etmenize, O’ndan sakınmanıza ve insanların arasını düzeltmenize engel kılmayın. Allah işitir ve bilir.” (Bakara 224). Bakara suresinin bu ayetinde de Rabbimiz insanların arasında barış sağlama hususunda hiçbir engelin olmayacağını bildirmektedir.
“Onların fısıldaşmalarının birçoğunda hayır yoktur. Ancak bir sadaka yahut bir iyilik yahut da insanların arasını düzeltmeyi (isteyenin fısıldaşması) müstesna. Kim Allah’ın rızasını elde etmek için bunu yaparsa, biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.”(Nisa 114). Hep iyilik yapmaya devam etmeliyiz ki hem insanların arasını düzeltip hem de Allah’ın rızasını kazanma fırsatını yakalayabilelim. Rabbimiz başka bir ayetinde de şöyle buyurmaktadır: “Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azîzdir, hikmet sahibidir.” (Tevbe 71)
Müminler birbirlerinin dostudur düşmanı değildir, onlar sürekli iyilik emreder, tavsiye eder ve kötülükten alıkoyarlar, Allah’a ve Rasulüne nasıl ittaat edilmesi gerekiyorsa öyle itaat ederler diyor Rabbimiz ve uyarılarına devam ediyor: “Onlar, büyük günahlardan ve hayasızlıktan kaçınırlar; kızdıkları zaman da kusurları bağışlarlar.”(Şûrâ 37). Ve öfkelendiklerinde bile birbirlerinin hatalarını görmezlikten gelip affettiklerini belirtmektedir.
Nitekim Rabbimizin bu emirleri doğrultusunda küsen Müslümanların birbirlerine karşı dargın durmaları kesinlikle yasaklanmıştır. Peygamber efendimiz hadislerinde küslüğün giderilmesinde şöyle bahsetmiştir: “Birbirinizden nefret etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları, kardeş olun. Bir müslümanın din kardeşiyle üç günden fazla dargın durması helal olmaz!” (Buhârî, “Edeb”, 57; Müslim, “Birr”, 23; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 47). Ayrıca Hz. Peygamber, “Küskün olan iki müminin karşılaştıkları zaman birisinin yüzünü şu tarafa, öbürünün öte tarafa çevirmesinin doğru olmadığını ve bu iki müminin hayırlısının önce selam vermeye başlayan” olduğunu vurgulamış. (Buhârî, “Edeb”, 62; Müslim, “Birr”, 25; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 47). “(Müslüman) kardeşine bir yıl küs duran kimse onun kanını dökmüş gibi (günah kazanmış) olur” (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 47) demiştir.
Yine Hz. Peygamber, iki Müslümanın arasını bulmanın sadaka olduğunu söylemiş. (Buhârî, “Sulh”, 11) Hatta iki dargın kişinin arasını bulmak için güzel sözler uydurmanın yalancılık sayılmayacağına dikkat çekmiştir (Tirmizi, “Birr”, 26). Bir başka hadisinde dargın iki kişinin arasını düzeltmenin sadece sadaka değil oruç ve namaz gibi ibadetlerden de faziletli olduğunu belirtmiştir. (Ebu Davud Edeb 50 Tirmizi Sıfatul kıyame,56)
Barıştırma tarafının ne kadar önemli olduğunu burada daha iyi anlamaktayız. Efendimiz de dargın kişileri barıştırma mücadelesi vermiştir. Bizler de Efendimizi örnek almalıyız, ateşe körükle gitmemeliyiz, ateşe suyla gitmeliyiz, ateşi söndürmeliyiz. Yani küs kimselere kin ve nefreti çoğaltacak sözlerden uzak durmalıyız, insanların arasını düzeltmek için uğraşan kimseler ahirette kazananlardan olacaktır.
Ne yazık ki günümüzde aynı annenin karnında yatmış, aynı anneden doğmuş kimseler çocukluk hayatlarında iyiler ama biraz büyüyüp, evlenip, ev sahibi olduklarında sanki aynı anneden dünyaya gelmemiş gibi birbirlerine düşman kesiliyorlar. Kardeşi muhatap olmuyor diğeri de onunla muhatap olmuyor. Yani iki düşman gibi hareket ediliyor. Bu olay kardeşlerin birçoğunda var, sebepleri nelerdir bu küsmelerin; birinci sebebi, Allah’ın yasaklarının umurlarında olmaması, yani yaşadıklarını din zannetmeleri, ikinci sebebi, miras, üçüncü sebebi ise birbirleri ile ilgili ve alakaları olmadığından, dördüncü sebebi ise “ben büyüğüm benim dediğim olacak” diğerinin “bende büyüdüm benim dediğim olacak” havasında olması ya da kin ve nefreti çoğaltacak eylemleri sürdürmektir. Mesela geçmişi gündem etmek, kardeşler arasında gıybet ve dedikoduların dozunu artırmak gibi. Birde affedici olmamaktır. Ama kendileri bir günah, bir hata işlediklerinde hemen Allah’a el açıyorlar. “Allah’ım beni affet, beni bağışla” diye dua ediyorlar. Sen kardeşini affetmiyorsun kinin nefretin bitmiyor ama Allah’tan af dilemesini biliyorsun. O zaman sende af dileme af dilemesini biliyorsan affetmesini de bilmek gerekmez mi? Rabbimiz bağışlayıcı, merhametli, affedici bizlerin de Rabbimiz gibi bağışlayıcı, merhametli ve affedici olmamız gerekmez mi? Ayrıca küsmenin caiz olduğu yerler de var. İslam alimleri üç günlük küsmenin bazı sebeplerle uzayabileceğini söylemişlerdir. Mesela Allah’ın dinine zarar veren biriyle halini düzeltmiyorsa küs durmanın caiz olduğu gibi. Haramlarla iştigal olan birine yaptığının yanlış olduğunu göstermek için küsülebilir, diğer sebepler kesinlikle küsme sebebi olamaz. Buna Tebuk Gazvesi’ne katılmayan müslümanların halleri örnek verilmektedir, Tebuk Gazvesi’ne mazeretsiz olarak katılmayan Ka’b b. Malik, Mürare b. Rebi’ ve Hilal b. Umeyye adındaki üç sahabi ile Hz. Peygamber’in emriyle elli gün hiçbir müslüman konuşmamış, kendilerine selam verilmemiş ve bir nevi sosyal boykot uygulanarak tamamen dışlanmışlardı. Ancak sözü geçen sahabiler yaptıklarına çok pişman olmuşlar, dünya onlara dar gelmeye başlamış ve tövbe etmişlerdi. Nihayet Allah Teâlâ’nın onların tövbesini kabul edip affettiğini belirten ayet indikten sonra bu sahabilerle tekrar barışılmıştı. O ayeti bir hatırlayalım: “Ve (seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti.) yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah’tan (O’nun azabından) yine Allah’a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tevbesini kabul etti. Çünkü Allah tevbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir.”(Tevbe 118)
Durumun özeti budur işte bizlerde affedici olmalıyız. İnsanlar arasında dargınlığın devam etmesi kimseye fayda sağlamaz. Tekrar hatırlatayım beddua, kin, kötü niyet, intikam, dedikodu, gıybet gibi davranışların çoğalmasına sebep olacak ve insanlar bozulmaya İslam dininden uzaklaşmaya devam edecektir. Başkalarının hata ve kusurlarını bağışlamak “afüv, gaffâr, gafur” güzel isimlerinin sahibi Allah’ın vasıflarıdır. Bizlerde bağışlayıcı, affedici, kin beslemeyen, Allah’ı razı eden kullar olmalıyız. Geçen geçmişte kalmıştır, geçmişe bir çizgi çekip, tevbe edip Allah’ı razı eden kullar olmalıyız. Rabbim bizleri o kullardan eylesin. Amin.
Faydalanılan Kaynaklar:
●Yüce Kitabımız Kur’an’ı Kerim
●İbn Hacer el- Askalani Fetbu’l-Bârî
●Temel İslam Ansiklopedisi
~ Emrah Doğru ~