• Fatih Pala

    Kur’an Sünnettedir; Sünnet de Kur’anda

    - 13 Kasım 2022

Hamd, övgü, sena, teşekkür âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah’a; salât ve selam da biricik örneğimiz, rehberimiz, önderimiz, öğretmenimiz olan rasul ve nebi Hz. Muhammed’in üzerine olsun.

Dinin Tek Kaynağı Kur’an mıdır?

Yüce Allah’ın dinini, sadece Kur’an’dan ibaret gördüğümüzde, Kur’an’da emredilen birçok emri anlama ve uygulama imkânımız yoktur.

Kur’an’da, “namaz kılın” denilen birçok ayet vardır; fakat namazın beş vakit olduğu yoktur. Namazın belirli vakitlerde yapılması gereken bir ibadet olduğu vardır; ama bu vakitlerin hangi vakitler olduğu yoktur. Namaz denilen bir ibadet vardır; fakat bu ibadetin nasıl bir ibadet olduğu ve içeriği yoktur. Namaz kılarken kıbleye döneceğimizi, namaz kılmadan önce abdest almamız gerektiğini de yine Kur’an’dan öğreniriz; ama abdestin nasıl bozulacağını, bir kere abdest alınca ömür boyu abdestli olmuş olacağımızı Kur’an’dan çıkaramayız.

Öğlen namazının kaç rekât olduğunu, hangi namazın vaktinin ne zaman başlayıp ne zaman bittiğini, hangi vakitlerde namaz kılınamayacağını, namazda okunacak duaları, namazın nasıl bir ibadet şekli olduğunu, oturarak mı, yatarak mı, ayakta mı olduğunu bilemeyiz. Ayetlerden, namazın rükû ve secde denilen parçaları olduğunu da anlarız; ama hangi sırayla gelir bu parçalar, herkes kendi kafasına göre mi yapar bu sıralamayı? Cemaatle namaz nasıl olur o zaman, o kadar insan nasıl olur da tek bir kişiymiş gibi eğilir ve doğrulur birlikte; nereden öğrendiler bütün bu ayrıntıları; eğer bu ayrıntılar onlara bildirilmediyse?

“Namazda, Kur’an’dan size kolay geleni okuyun” ayetinden nasıl oldu da bütün Müslümanlar, kolay gelen parça olarak Fatiha’yı anladılar? Oysaki Kevser suresi daha kısa ve daha kolaydı. Yoksa Allah Rasulü mü söyledi onlara, “Fatiha’sı olmayanın namazı yoktur” diye.[1]

Ramazan’da oruç tutmamız söylenir Kur’an’da; ama imsak ne zaman, iftar ne zamandır, neresinde yazar Kur’an’ın? Hadi, biz de Adiy bin Hatim gibi yastığımızın altına bir beyaz bir de siyah iplik koyduk, imsak vaktini bulduk, diyelim; iftar vaktini nereden bulacağız? “Sadaka, ihtiyaçtan fazlasıdır” diyen ayete göre düşünürsek; hiçbir müslümanın iki lokma bir hırkadan fazlasını tutmayıp derviş misali gezmesi gerekirken, zenginler için farz olan zekâtı, bu zekâtın miktarını, kimlerin zengin sayılacağını nereden bilecektik? Tarlayı biz suluyorsak yetiştirdiğimizin yirmide birini, Yüce Allah suluyorsa (mercimek, buğday gibi yağmura, mevsime göre yetişen ürünlerde olduğu gibi) onda birini (Türkçede öşür diye yerleşmiş olan onda bir anlamına gelen uşur) vermemiz gerektiğini nereden bilecektik acaba?

Haccla ilgili ayetlerden yola çıkıp Hacca gittiğimizde, ibadeti nasıl yapacağımızı, nereden başlayacağımızı, nasıl giyineceğimizi, Kâbe’nin etrafında kaç kere döneceğimizi, Safa ve Merve tepeleri arasında kaç kere gidip geleceğimizi, hadi, ihrama girdik diyelim, ihramdan nasıl çıkacağımızı nasıl bilecektik?

Hangi elimizle yemek yiyeceğimizi, ölülerimizi nasıl kefenleyip nasıl gömeceğimizi, yeni doğan bir bebeğe isim koymayı, ya hayır konuşmayı ya da susmayı, önünden geçen cenaze Müslüman cenazesi olmasa bile Yüce Allah’ın yarattığı bir kul olmaktan dolayı saygıya layık olduğunu, bir köpek leşi gördüğünde tiksinen sahabilere, “bakın, ne güzel dişleri var ama” diyerek şerde bile bir güzellik görmenin inceliğini nereden öğrenecektik acaba?

Elini tutan biri, elini bırakmadıkça onun elini bırakmamayı, dinlerken dinlediği insana bütün bedeniyle dönmeyi, kuşu ölen bir çocuğa başsağlığına gitmeyi, kadınların Yüce Allah’ın emaneti olduğunu, en hayırlı adamın eşine ve ehline en hayırlı olan adam olduğunu, yıllar önce ölmüş eşinin yakınlarına eşinin hatırı için hala saygılı davranmayı, kızıyla küsen damadını teselliye gidip, onun yüzüne bulaşan külleri elleriyle temizlemeyi, namazı; Yüce Allah’a en yakın olduğu zamanı, ağlayan çocuğundan dolayı bir anneyi rahatlatmak için kısaltmayı; eğer Kur’an’dan başka bir kaynağımız olmasaydı din konusunda nereden öğrenirdik acaba?

Sünnet, Kur’an’a Eşdeğer midir?

Sünneti en çok savunan Müslümanlar tarafından bile Sünnet, hiçbir zaman Kur’an’a eşdeğer olarak görülmemiştir. Nitekim Ehl-i Sünnet içinde Sünneti vahiy olarak görenler bile onu, Kur’an’dan ayırmak için Kur’an’a, namazda okunan vahiy anlamında vahy-i metluv, sünnete ise namazda okunmayan vahiy anlamında vahy-i gayri metluv demişlerdir ve hiçbir hadis de namazda Kur’an’dan bir sure okunur gibi okunmamıştır. Fakat bunun yanında, yine ehl-i sünnet içinde sünneti vahiy olarak görmeyenler bile, Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) emir, yasak ya da tavsiye ve sakınma bildiren her söz ve hareketini vahyin kontrolü altında görmüşlerdir. Bu bakış açısına göre de sünnet, direkt vahiy kaynaklı olmasa bile vahiy onaylıdır; çünkü Allah Rasulü’nün (sav) kendi akıl yürütmesi (içtihadı) ile aldığı kararlar ya da gerçekleştirdiği uygulamalar, Yüce Allah’ın muradına uygun değilse direkt vahiyle uyarılmış ve düzeltilmiştir; bu durumda Peygamber Efendimizin uyarılmayan ya da düzeltilmeyen her söz ve fiili dolayısıyla Yüce Allah’ın onayını almıştır.

Kur’an, Bize Yeter mi?

Ebu Hanife (rahimehullah) hakkında şöyle bir hikâye anlatılır: Bir gün, bir adam, Ebu Hanife’ye gelip En’am suresinin 38. ayetindeki “… Biz, kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık…” ya da Rum suresinin 58. ayetindeki “And olsun ki Biz, bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali verdik…” ifadelerden yola çıkarak, “Madem Kur’an’da her şey var, öyleyse bir çuval undan kaç ekmek çıkacağını da göster” der. Ebu Hanife, gider fırıncıya sorar ve cevabı adama bildirir: “Kırk emek çıkar” der. Bunun, Kur’an’ın neresinde olduğunu soran adama, Nahl suresinin 43. ayetindeki “… Eğer bilmiyorsanız bilenlere sorun” ifadesini göstererek, “Ben de bilmiyordum, fırıncıya sordum” der.

“Rasul’de sizin için en güzel örnek vardır” diyerek bizi sünnete yönlendiren, bir çıkmazla karşılaştığımızda “… Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu, Allah’a ve peygambere götürün. Bu, elde edilecek sonuç bakımından hem en hayırlısı hem de en güzelidir”[2] diye yol gösteren de Kur’an’ın kendisidir. Meseleyi Yüce Allah’a götürmek, Kur’an’a bakıp o konuda ayetlerden bir sonuç çıkarmaya çalışmak; peygambere götürmek ise peygamber hayatta iken gidip ona sormak iken, peygamberin hayatta olmadığı şu dönemde O’nun sünnetine başvurmaktır. Yüce Allah’ın bize gösterdiği çözüm yolu, budur. Yani bu durumda Sünnet, Ebu Hanife’nin örneğinde olduğu gibi, zaten Kur’an’ın içindedir. Sünnetin içine bir sürü yalan yanlış bilgiler katılmıştır; bunu, hadis ilmiyle uğraşanlar da kabul ederler. Hadis ilimleri dediğimiz ilimlerin hepsi, zaten sünneti bu tür uydurmalardan ayıklamak için geliştirilmiştir.

Kur’an ve Sünnet İlişkisi

Sünnet, Kur’an’ın uygulamalı tefsiridir. Kur’an, bize, namaz kılmamızı söyler, Peygamberimiz namazın nasıl kılınacağını kendisi kılarak gösterir. Kur’an, bize, zekâtı emreder; Peygamberimiz, zekâtı kimlerin kimlere, hangi maldan, hangi miktarda vereceğini açıklar. Hz. Aişe’nin (r.anha) dediği gibi “Peygamber (sav), yürüyen Kur’an’dır”. Sünnetle Kur’an’ın ilişkisi, ruhla beden gibidir. Ruhla inanır, bedenle inancımızın gereğini yerine getiririz. Yüce Allah’a ruhumuzla taparız ama alnımızla secde ederiz. Kur’an, bedenimizi oluşturan iskeletimiz; Sünnet ise onu sarıp sarmalayan kaslarımız, derimiz gibidir; ikisi birlikte bir bedeni oluşturur.

Bir söz, kime söylendiyse onu en iyi anlayacak olan, odur; eğer anlatanda ya da dinleyende bir problem yoksa. Burada anlatan, Yüce Allah’tır ve bu dinin ilk muhatabı da Peygamberimizdir. Kur’an, dini, önce Peygamberimize öğretir; Peygamberimiz, vahiyle öğrendiği dini, diğer insanlara anlatır hatta birçok ayet Peygamberimizi teselli eder,[3] kendisini peygamber olduğuna ikna eder[4] ve görevini yerine getirmek konusunda onu teşvik eder.[5]

“… İnsanlara açıklaman için sana da zikri indirdik, olur ki düşünürler”[6] ayetinin açıkça işaret ettiği gibi Peygamberimizin görevi, sadece vahyi insanlara bildirmek değil, aynı zamanda onu insanlara açıklamaktır. Hatta Kıyamet suresinin 19. ayetine göre onu açıklamak da Allah’a aittir; yani Kur’an’ın açıklaması da Peygamberimize direkt Yüce Allah tarafından bildirilmiştir bu ayete göre. Bu açıklamaları kendisinin yapmış olma ihtimali zaten yoktur. Aksi takdirde Hakka suresindeki “Eğer (peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını koparırdık”[7] ayetlerindeki tehditten kim kurtarabilirdi Peygamberimizi?

Kur’an ve Sünnet, birlikte büyüyen iki sarmaşık gibidir, birbirlerine sarılarak büyürler, hangisi hangisini taşır belli değildir, ikisi de birbirine yaslanır. Tıpkı zina ile suçlanan Hz. Meryem’in, kendini temize çıkarmak için Yüce Allah’ın tavsiyesiyle kucağındaki çocuğu işaret etmesi ve kendi doğurduğu, kucağında taşıdığı bebeğin, Yüce Allah’tan gelen bir mucize olarak konuşması; böylece hem annesini temize çıkarması hem de kendisinin ilerideki peygamberliğini müjdelemesi gibi.

Peygamber Efendimizin diliyle insanlara ulaşan Kur’an’ın bütün mucizeleri de sadece kendisinin Allah’tan geldiğini kanıtlamakla kalmaz, onu insanlara taşıyan peygamberin peygamberliğini de doğrulamış olur. Bir yandan peygamber, Kur’an’ı anlatır; bir yandan da peygamberin anlattığı Kur’an, bize peygamberi anlatır:

O’nun; Allah’ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusu olduğunu,[8] mükemmel bir ahlak üzere olduğunu,[9] iman edenlere karşı çok şefkatli ve merhametli olduğunu,[10] âlemlere rahmet olarak gönderildiğini,[11] bütün insanlar için ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderildiğini,[12] anlatır Kur’an, Kur’an’ı anlatan Peygamberimizin ağzından. Şu halde Kur’an’da her şey vardır; bunun içine bilmediklerimizi bilenlere, ehline sormak ve en güzel örneği Yüce Allah’ın elçisinde bulunmak da dâhil.

İmam Şafiî (rahimehullah), Sünnet ile Kur’an’ın ilişkisini şöyle yorumlar: “İmamların bütün söyledikleri sünnetin şerhidir; bütün sünnet de Kur’an-ı Kerim’in şerhidir.”[13]

Yüce Allah’ın gönderdiği son kitap, Kur’an ve son peygamber, Hz. Muhammed’dir (sav); kıyamete kadar Allah’ın dinine tabi olmak isteyenlerin uyması gereken de Kur’an ve Kur’an’ı hayatıyla tefsir eden Hz. Muhammed’dir. Yüce Allah, kendi rızasını ve sevgisini, Kur’an’da, Peygamberimizin ağzından: “De ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin”[14] diyerek peygamberini model almaya bağlamıştır. Müslümanlar açısından Kur’an’ın korunmuşluğunda şüphe olmadığı halde Peygamberimizin sünnetinin korunmuşluğu hakkında özellikle son zamanlarda, kimisi cahillikten kimisi ise yerli ve yabancı oryantalistlerin planlı çalışmalarından kaynaklanan şüpheler vardır.

Yüce Allah, bizzat Peygamberimizi model almamızı istediğine göre, Peygamberimizden, bize, onu model alabilmemizi sağlayacak bilgilerin de ulaşmış olması zorunludur. “Bu bilgilere hiçbir müdahale olmamıştır” demek mümkün değildir; ama zaten hadis ilimleri denilen ilimler de bu bilgileri ayıklamak, yanlışı doğrudan ayırmak için oluşturulmuş, Peygamberimizin emir, yasak ve tavsiyeleri daha O hayattayken çoğunlukla ezberlenerek, bir kısım sahabi tarafından da yazılarak, daha sonraki dönemlerde de yine benzer şekilde korunmuştur.

Fatih PALA

fatihpalafatih@gmail.com

06.10.2022 – KAYSERİ

[1] Buhari, Tevhid, 48; Müslim, Salât, 34; Tirmizi, Salât, 115; Nesai, İftidah, 124; İbni Mace, İkame, 11

[2] Nisa, 59

[3] Hud, 120

[4] Ahzab, 45-46

[5] Ahkaf, 35; Mümin, 55

[6] Nahl, 44

[7] Hakka, 44-45-46

[8] Ahzab, 40

[9] Kalem, 4

[10] Tevbe, 128

[11] Enbiya, 107

[12] Sebe, 28

[13] Subhi Salih, Hadis İlimleri ve Istılahları

[14] Al-i İmran, 32