• Genç Birikim

    İslam Coğrafyasında Tarihi Akış ve Müslüman Kardeşler Hareketinin Ortaya Çıkışı[1]

    - 29 Ağustos 2021

Ortadoğu coğrafyası, insanlık tarihinin başlangıcından bu yana medeniyetlerin beşiği olan tarihin her döneminde önemini korumuş bir coğrafyadır. Ortadoğu’yu bu kadar önemli kılan birçok sebep olmakla birlikte Yahudiliğin, Hıristiyanlığın ve İslam’ın bu coğrafyada zuhur ve teşekkül etmiş olması, Doğu ve Batı medeniyetleri arasında bir tampon bölge olması, bereketli topraklara ve akarsu bakımından çok zengin bir yapıya sahip olması bu sebeplerin başında gelmektedir. Bu özellikleri, ilk bakışta bir avantaj gibi görünse de aslında tam da bu özellikler, adeta bu coğrafyanın en büyük imtihanı olmuştur; çünkü tarih boyunca bütün medeniyetler, bu bereketli ve kıymetli topraklara sahip olmak istemiş, dolayısıyla tarihin gördüğü en büyük savaşlar ve katliamlar da bu coğrafyada yaşanmıştır. İslam medeniyetinin beşiği olan Ortadoğu coğrafyası, tarih boyunca çok büyük kültür erozyonları ve yıkımları yaşamıştır. İlk olarak 1095 yılında başlayan Haçlı seferleri ile İslam dünyasının bütün birikimi harap olmuş, en kutsal topraklarından biri olan Kudüs, haçlıların eline geçmiştir. Uzun süren bu buhranlı dönemden sonra Selahattin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethi ile bu sancılı ve yıkım dolu süreç son bulmuştur. Bölgenin maruz kaldığı ikinci büyük yıkım ise 1258 yılında İlhanlıların Bağdat’ı işgal edip Abbasileri tarih sahnesinden sildiğinde yaşanmıştır. İslam dünyasının bütün bilgi birikimini yok eden İlhanlılar, adeta İslam dünyasının hafızasını da silmiştir. Bu karanlık dönem, Memlüklerin dirayetli duruşu ile son bulmuştur. Üçüncü ve en ağırı ise bugün içerisinde bulunduğumuz süreçtir. Geçmiş dönemde düşman algısı öteki üzerinden şekillenirken, günümüzde İslam toplumları, birbirlerini düşman addetmekte, kendi medeniyetlerine düşman nesillerin yetiştiğini göremeyecek kadar bireysel çıkarları peşinde koşmaktadırlar.

Emperyalizmin bölgeye girişi, 1789’da başlayan Fransız İhtilali ve ardından gelen Sanayi İnkılâbı ile başlamıştır. Bu süreçte imparatorlukların bu akımlarla çözülmeye başlaması ve Sanayi İnkılâbı ile ortaya çıkan hammadde ihtiyacı, pazar arayışı, bölgeyi saldırıya açık hale getirmiştir.

1800’lerin başında Ortadoğu’nun önemi, Hindistan geçiş yolu üzerindeki irtibat noktalarını barındırmasıydı. Bu arada Ortadoğu’da devam eden Osmanlı egemenliği de çözülme evresine giriyordu. Çözülme sürecinde, Osmanlı topraklarının nasıl paylaşılacağı sorusu, emperyal ilginin ana kaynağını oluşturuyordu.

1798-1801 tarihleri arasında Fransa’nın Mısır’ı işgali, bölgenin sömürgeleştirilmesi yönünde atılan ilk adımdır. Fransa’nın Mısır’ı işgal girişimi, Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarına yönelik ilk ciddi sömürgeci girişim olarak değerlendirilebilir. Fransızların Mısır’ı işgali, burada yeni bir dönemi açmış ve İngilizler karşısında doğudaki çıkarlarını koruma gerekçesiyle Napolyon Bonapart tarafından girişilen askeri harekât, 3 yıl sürecek olan işgal dönemini başlatmıştır. Bu süre içinde bilim adamları, ülkenin zenginliklerini tespit ettiler ve bunlardan istifade edebilmenin yollarını aradılar. Çalışmalar neticesinde 23 ciltlik bir eser hazırlandı (Description de l’Egypte). Akka’da Cezzar Ahmet Paşa’ya yenilen Napolyon Bonapart, Ağustos 1799’da Mısır’dan ayrıldı ve Fransa, 1801’de Mısır’ı terk etmek zorunda kaldı.

Fransızların tahliyesinden sonra Mısır’da uzun süre sükûnet ve düzen sağlanamadı. Osmanlı yönetimi ve Memlük beyleri arasında mücadele devam etti. Fransızlar karşısındaki başarılarından ötürü Mısır valisi Koca Hüsrev Paşa tarafından binbaşılığa yükseltilen Kavalalı Mehmet Ali Paşa, kargaşa ortamında bütün tarafları birbirine karşı kullanıp Mısır valileri Hüsrev, Tahir, Ali ve Hurşit Paşaları bertaraf etti. Ardından ulema, eşraf ve halkın desteğini almış olarak Mısır valiliğine getirildi. Memlük beylerinin muhalefete başlaması üzerine düzenlediği bir komplo ile bunların büyük bir kısmını katlettirdi. Böylece hâkimiyeti tamamen eline geçirdi. Mehmet Ali Paşa, iktidarını sağlama alınca Mısır’da uzun vadeli askeri, idari ve iktisadi reformlar başlattı. Ayrıca divan ve meclis oluşturarak yönetimi merkezileştirdi. Mısır gelirlerinin hızla artması, Mehmet Ali Paşa’yı yayılmacı bir siyasete yöneltip aşırı emeller beslemesine yol açtı ve Osmanlı merkezi idaresine karşı silahlı mücadeleye girişti. 1832 ve 1839’daki savaşlar neticesinde özellikle İngiltere’nin karşı çıkmasıyla emellerine erişemedi.

Uzun bir mücadeleden sonra 24 Mayıs 1841 tarihindeki fermanla Mısır, Sudan ve Filistin idaresinin vali olarak kendisine bırakılması ile yetinmek zorunda kaldı.

Mısır’ın mali ve iktisadi denetiminin baş döndürücü hızı, klasik emperyalizmin teorisine göre örnek teşkil edecek bir sömürgeleştirme hikâyesidir. Mehmet Ali Paşa ile başlayan reform, yeniden yapılanma ve imar süreçlerinde Mısır, hep biraz daha fazla vergi karşılığında Osmanlı’dan uzaklaşırken, önce Avrupa’ya bağımlılık kavramı ile tanıştı, ardından aşama aşama bu bağımlılığın kurumsallaşmasına sahne oldu. Özellikle Mehmet Ali Paşa’nın ölümünü takip eden yıllarda, Batı ile kurulan ticari ilişkiler gelişti. Yüksek gelir elde edilen devlet tekellerinden vazgeçilerek ticaret liberalize edildi. Yabancıların ekonomik etkinliklerinin hızla artması ile başa baş gelişen borçlanma süreci, modernleşme yatırımları ile hız kazandı.

1869’da Süveyş kanalı açılmıştır. Bölgenin önemi ve dolayısıyla emperyal çekişme artmıştır. Kanalın açılması ise güçler dengesinde ibrenin, Fransa’dan Britanya’ya dönüşünü simgeler. 1863-1879 yılları arasında İsmail Paşa (Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın yeğeni) döneminde, emperyalizmin etkinliği iyice artar. Dış borç yükü, kaldırılamaz bir hal alır. Bu durum, geniş kitlelerin yoksullaşması, Mısır maliyesinin iflası ve Mısır yönetiminin emperyalizme teslimi anlamına gelmektedir. 1876’da tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi Duyun-u Umumiye sandığı kurulur. Mali yönetimi, İngiliz ve Fransızlara geçer. Tüm gelirlerin yarısı, dış borçlara; diğer yarısı, devlet harcamalarına ayrılmaya başlanır.

1882’de Britanya, Mısır’ı işgal eder. Britanya’nın Mısır üzerindeki işgali ve etkisi, 1940’lı yıllara kadar devam eder.

  1. Dünya Savaşı’ndan Osmanlının yenik ayrılması sonrasında İslam coğrafyasının işgal edilmesi ve ilerleyen süreçte hilafetin kaldırılması, bu coğrafyada farklı kitle hareketlerinin doğmasına sebep olmuştur. Bunlar içinde en etkili olanlardan biri, hiç şüphesiz Mısır’da ortaya çıkan “Müslüman Kardeşler Hareketi”dir. Bir köy okulunda öğretmen olan Hasan el-Benna’nın öncülüğünde 1928 yılında temelleri atılan bu hareket, İslam dünyasının en önemli kitle hareketlerinden biri olmuştur. Hareketin Mısır coğrafyasında neşet etmesi de tesadüf değildir. Çünkü İstanbul, Kahire, Bağdat gibi dini ve siyasi açıdan öne çıkan şehirler, İslam dünyasının en entelektüel bölgeleri olma özelliğine sahiptir. Bu durumun en açık göstergelerinden biri ise Osmanlının yıkılması sonrası, yeni Türkiye’nin kurulması sürecinde, yeni yönetimin yapısını beğenmeyen İstanbul’daki âlimlerin Mısır’a hicret etmesidir.

Mısır, böyle bir siyasi problemle karşı karşıya iken aynı zamanda toplumsal olarak da modernleşmenin getirdiği kimlik bunalımları, daha gençlik yıllarında Hasan el-Benna’nın bu sorunları fark etmesine ve çözüm arayışı içerisine girmesine sebep olmuştur. Bu coğrafyadaki bütün İslami hareketler ya Müslüman Kardeşler Hareketine karşı doğmuş ya ondan ayrılarak oluşmuş ya da hareketin bir uzantısı şeklinde varlığını devam ettirmiştir. Bu yüzden de Müslüman Kardeşler Hareketi, bu coğrafyanın fikirsel yapısının oluşmasında, bütün kitle hareketleri için önemli bir mihenk taşı olagelmiştir.

Müslüman Kardeşler Hareketi, 1928 yılında Hasan el-Benna’nın öncülüğünde, Mısır’ın İsmailiye şehrinde kurulmuştur. Hasan el-Benna, 1906 yılında Bahayre’ye bağlı Mahmudiye kasabasında doğmuştur. İlk olarak babasından ve çevresindeki hocalardan klasik eğitim alan Hasan el-Benna, daha sonra Reşadiye’de modern usulde eğitim veren bir ortaokula gönderilmiş, buradan sonra da yüksek öğrenimini Darü’l-Ulum’da tamamlayıp öğretmen olmuştur. Ortaokul yıllarında arkadaşlarıyla “Ahlak ve Edep Cemiyeti” adını verdikleri bir cemiyet kurmuş ve bu cemiyetin tüzüğünü de kendisi yazmıştır. Akabinde arkadaşları ile birlikte “Haramların İşlenmesini Engelleme Cemiyeti” isimli bir başka dernek daha kurmuştur. 1927 yılında Darü’l-Ulum’dan mezun olduktan sonra İsmailiye’de öğretmenlik yapmaya başlayan Hasan el-Benna, İngilizlerin ülkedeki hakimiyetinden duyduğu rahatsızlığı ve vatan topraklarının bu istiladan kurtarılması gerektiği fikrini, etrafındakilere aşılamaya başlamış ve 1928 yılında da Müslüman Kardeşler hareketini kurmuştur. Hasan el-Benna, 1924 yılında hilafetin kaldırılması sonrası İslam dünyasının otoriterlik bakımından bir boşluğa düşmesinin de etkisiyle Müslüman Kardeşler Hareketini, ümmetçi bir yapılanma olarak tanımlamıştır. O, kurduğu bu hareketi, “Sünni, selefi, sufi, siyasi, sportif bir cemaat, ilmi ve kültürel bir cemiyet, ekonomik bir şirket ve sosyal bir fikir sistemi” olarak tanımlamaktadır. Hasan el-Benna, hareketin kuruluş sürecindeki düşüncelerini hatıralarında şöyle aktarmaktadır: “Ben, temeli ilim, terbiye ve cihad olan genel bir davayı başlatmaya çalışıyordum. Bu temeller ise kapsayıcı İslam davetinin rükünleridir. İlim, örgütlenme, gözetim ve onları selef-i salihin’in yaşayış şekli ve kahraman mücahitlerimizin geçmişi üzere eğitmek idi.”

İbrahim UYAR

 

Kaynakça:

  1. https://insamer.com/tr/musluman-kardesler-hareketi-tarihi-ve-bugunu
  2. TDV İslam Ansiklopedisi

 

[1] 09.04.2021 Cuma tarihinde gerçekleşen “Müslüman Kardeşleri Hatırlamak” isimli panelde sunulan tebliğin özet metnidir.