Sözlükte; “tükenmek, tamamlamak, son bulmak” manasındaki “nefk” kökünden türetilen infak, “bitirmek, yok etmek, yoksul düşmek” gibi anlamlara gelse de daha çok “para ve malı elden çıkarmak” manasında kullanılmaktadır. Dini-ahlaki bir terim olarak ise; “Allah’ın hoşnutluğunu elde etmek amacıyla kişinin, kendi servetinden harcama yapması, muhtaçlara ayni ve nakdi yardımda bulunması” demektir. İnsan, dünya hayatının anlamını idrak edince her şeyin ve tüm servetin Yüce Allah’ın olduğunu kabul eder. Dünyada sahip olunan servetin ve malın geçici olduğu, öncekilerden kendisine kaldığı ve kendisinden de sonrakilere kalacağını bilir. Bu bilgi, ruhun derinliklerine işleyince, artık kişi, eşyanın hakkını verir. Malı, kendisine hizmet eder. Mal ve servet ile Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için çaba içerisine girer. Kendi ihtiyacını giderdikten sonra tüm malını Rabbinin rızası için infak eder. Hatta daha üst mertebede olanlar (îsar ehli) ise ihtiyacı olduğu halde infak eder. Ama işler, genelde böyle yürümez. Söz konusu insan olunca her şey mümkün. Peki, insanı, böyle yalın, net, anlaşılır ve kabul edilir bir bilgiye rağmen malı çoğaltmaya ve biriktirmeye iten etkenler nelerdir? İnsan, servet ve mal ile nasıl bir ruh haline kapılır? Ali İmran sûresi 14. ayet-i kerimeden de bildiğimiz üzere mal ve servet, insana çekici kılındı. Bunların dünya hayatının metaı olduğu, asıl varılacak güzel yerin, Allah katında olduğu bildirilmiştir.

Evet, fıtraten buna meyilliyiz. Peki, neden? “İmtihan” diyeceksiniz. Evet, ama nasıl? İnsanın duygu derinliğinde; dünyada sonsuz yaşama, hiçbir şeye ve kimseye muhtaç olmama, kendini hayatın zorluklarına karşı garanti altına almış olma dürtüsü yatıyor. Bu dürtüyü besleyen en önemli husus ise servet sahibi olmaktır. Kişi, zenginleştikçe kendisini müstağni görme duygusu o oranda artmaya başlar. Etrafındaki insanlar da bu duyguya kapıldığı için o zengin kişiye, sırf malı var diye saygı ve hürmet göstermeye, ona karşı korku duymaya başlarlar. Kendilerini, ona sevdirmeye çalışırlar. Onun sözlerini çok değerliymiş gibi telakki etmeye, hatalarını hoş görmeye, Allah katında da kıymetli biriymiş gibi üstün görülmeye neden olur. Maalesef bu durum, İslami camiada da -daha az olmakla birlikte- var. İşte malın hayatta kalma içgüdüsünü destekleyen en önemli etken olarak algılanmasının sonucu…

İnsanoğlu, öyle bir ruh haline ulaşır ki servetle, artık Allah’a dahi ihtiyacı olmadığı düşüncesine kapılıyor. Çok ağır ama öyle! İstediğini alabilir, istediğini yapabilir, söz sahibi, hiçbir şeye ve hiç kimseye ihtiyacı yok! Şunu demek istiyoruz: Zenginlik, aslı itibariyle kötü bir şey değil. Bilakis kişinin hem ibadetlerini yapması hem de Allah rızası için malını infak etmesi gıpta edilecek, Allah’tan istenilecek bir durum. Yani bu şuurla zengin olanlar, Yüce Allah’ın lütfuna mazhar olanlardır. Bu konuda sahabe-i kiramın, Peygamber’e (s.a.v.) sorusunu hatırlayalım. Ama aslı itibariyle kötü olmayan zenginlik, tehlikeli bir imtihana dönüşüyor.

Başka bir husus; kişi, kendisini, “hayırlı zenginlerden olacağım” diye kandırabilir. Bunun için sahip olduğu en büyük serveti olan zamanını tüketebilir. Günün sonunda para kazansa da bu kez onu, sıkı tutma çabasına girebilir. Böyle bir duruma düşmemenin yolu, “Yüce Allah’ın serveti dileğine verdiğinin bilinci”nde olmaktır. Kişi, rızkı için çalışır elbet ama “Cömert ve zengin olmalıyım” düşüncesiyle tüm vaktini harcamamalıdır. Allah’tan, bunu istemelidir. Ama en büyük serveti olan zamanını, Allah yolunda harcamalıdır.

Bir diğer yanılgı ise fakirlerin yanılgısıdır; özentiyle, zengin kişiye sırf zenginliği için hürmet etmek… Bu hususu, Resulullah (s.a.v.) kınamıştır. Bu durum, servet sahiplerinin yoldan çıkmasına yahut bir türlü yola gelememesine neden olmaktadır. Şunu, iyi bileceğiz ve belleyeceğiz. Ölçü, Rabbimizin ölçüsü olacak; O’nun değer verdiğine değer verip O’nun kınadığını kınayacağız. Bu yanılgıdan ancak böyle kurtuluruz. Bir diğer husus, kişinin malıyla cehennemden kurtulacağını düşünmesi. Bu, daha çok müşriklerin yanılgısı ama maalesef Müslümanlarda da böyle yanılgılar olabiliyor. İşlerinin sorunsuz gitmesi, üstüne de zenginlik; kişide, “Allah katında değerliyim” yanılgısını oluşturabiliyor.

Ez cümle; dünyayı, ahiret gözüyle göremezsek bu yanılgıdan kurtulamayız. Burada olan her şeyin mahkemesinin, ahiret yurdu olduğunu bilmediğimiz sürece bu yanılgıdan çıkamayız. Bunlar, yazıldığı kadar kolay şeyler değil ama uğruna mücadele edilecek yüksek hedefler… Dünyanın geçici olduğunu idrak etmek… Tüm servetin Allah’a ait olduğu bilmek… Servetin yük olduğu ancak infak edilince anlam ifade ettiğini bilmek… Her daim ve her zaman davranışlarımızın arkasındaki duyguyu iyi okumalıyız. Ne diyordu Efendimiz (s.a.v.): “Ameller ancak niyetlere göredir.” O halde tüm niyetimizi yeniden gözden geçirmeli, Rabbimiz katında hiçbir değer ifade etmeyen mal için ömür çürütme yanılgısından kurtulmalı. Kendimizi, Rabbimize teslim edip O’nun rızasını gaye edinmeliyiz.

Dr. Hüseyin DURMAZ