Gazze, Batı Liderliğindeki Dünya Düzeninin Mezarı Olacak
Arşiv Yazarlar

Gazze, Batı Liderliğindeki Dünya Düzeninin Mezarı Olacak

Batı, İsrail’in Gazze’deki zulmünü koşulsuz destekleyerek her yere ulaştırdığını iddia ettiği ‘kurallara dayalı’ dünya düzenini geri dönüşü olmayan bir noktaya getirdi.

Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı’nda İsrail’in, Soykırım Sözleşmesi’ni ihlal ettiği iddiasıyla açtığı dava, nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, tarihe geçecektir. Bu girişim, ya haydut bir devleti uzun süredir devam eden insani ihlallerinden sorumlu tutmanın ilk adımı olarak hatırlanacak ya da Batı liderliğindeki uluslararası sistemin son nefesi olacaktır. Çünkü Batılı hükumetlerin ve bir bütün olarak Batılı siyasi elitlerin ikiyüzlülüğü, sözde “kurallara dayalı dünya düzeni”ni, geri dönüşü olmayan bir noktaya getirdi. İsrail’in Gazze’deki soykırım saldırısına Batı’nın tam gaz verdiği destek, Batı’nın insan hakları ve uluslararası hukuk konusundaki çifte standartlarını gerçek anlamda ortaya çıkardı. Geriye dönüş yok. Batı’nın en büyük suçu, şeytani kibrine yenilmesidir.

İsrail’in Gazze’de işlediği savaş suçları ve insanlığa karşı suçların sayısı, akıllı telefona erişimi olan herkes için gün ışığı kadar açıktır. Sosyal medya, bombalanan hastane ve okulların video klipleriyle, yıkılan binaların altından çocuklarının cansız bedenlerini çıkaran babaların, bebeklerinin cesetleri üzerinde ağlayan annelerin görüntüleri ile dolup taşıyor. Ancak yine de Batılı hükumetlerin tepkisi -sınırsız askerî ve siyasi desteğin yanı sıra- İsrail’e yönelik her türlü eleştiriyi antisemitizm olarak etiketlemek ve Filistin halkıyla her türlü dayanışma ifadesini doğrudan yasaklamak oldu.

Bu baskıya rağmen her gün on binlerce insan sokaklara çıkıyor, İsrail’in zulmüne ve Batı’nın suç ortaklığına duydukları tiksintiyi dile getiriyor. Bir miktar güvenilirlik kazanmak için çaresiz kalan Batılı hükumetler, ABD dahil, son zamanlarda İsrail saldırılarını marjinal olarak eleştirmeye başladı. Artık çok geç. Batının güvenilirliği, geri dönülemez biçimde parçalandı.

Elbette, Batı’nın ikiyüzlülüğü yeni bir şey değil. Batılı hükumetlere göre dünya, Rusya’nın saldırganlığı karşısında ayağa kalkmalı ama İsrail’in vahşeti ve uluslararası normları hiçe saymasına aldırmamalı. Rus işgal güçlerine Molotof kokteyli atan Ukraynalılar, kahramanlar ve özgürlük savaşçılarıyken İsrail’in apartheid rejimine karşı sesini yükseltmeye cesaret eden Filistinliler ve diğerleri, teröristtir. Ukrayna’dan gelen beyaz tenli mülteciler, memnuniyetle karşılanırken Orta Doğu, Asya ve Afrika’daki -çoğu Batı’nın arkasında olduğu- çatışmalardan dolayı gelen siyah ve kahverengi tenli mülteciler, Akdeniz’in dibine batabilir.

Uluslararası adalet, iğrenç bir tiyatroya dönüştü. Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) etkili bir şekilde çalışsaydı İsrailli liderler şu an yargılanıyor olurdu ve Güney Afrika’nın UAD’ye başvurmasına gerek kalmazdı. ICC, Rusya devlet başkanı Vladimir Putin de dahil olmak üzere, Ruslar hakkında, bir yıldan daha kısa bir sürede iddianameler yayınladı. Bunun tersine, ICC’nin Filistin’deki durumla ilgili bir soruşturma başlatması, altı yıldan fazla zaman aldı ve yıllar sonra şimdi bile anlamlı bir adım atılmadı. İsrail, Gazze halkına yönelik şiddet çılgınlığını sürdürürken İngiltere’nin ICC başsavcısı Karim Khan, İsrail’i ziyaret ederek Hamas’ın suçlarının soruşturulması gerektiğini vurguladı, İsrail’in suçlarına karşı ise oralı olmadı. Pek çok sivil toplum örgütünün Khan’ın görevden alınması için çağrıda bulunmasına şaşmamalı.

Elbette, Batı’nın ikiyüzlülüğü yeni bir şey değil. Başlangıçtan itibaren, uluslararası hukuk normlarının yalnızca sözde “uygar” halklara uygulanması amaçlanmıştı. “Vahşiler”, insan sayılmazdı ve güçlü Batılı devletler, onlara istediklerini yapabilirdi, yaptı da. Yerliler, kesinlikle toprağa ya da doğal kaynaklara “sahip” değildi ve sömürgeci güçler, bunları diledikleri gibi çalmakta ve sömürmekte özgürdü. Siyonizm, aynı zamanda bu tür ırkçı tutumlar üzerine de kurulmuştur; bu tutumlar, bugüne kadar İsrail politikalarının merkezinde yer almıştır.

Uluslararası hukukun uygulanması, BM Güvenlik Konseyinin elindedir ancak 1945’te, kazanan tarafta yer alan beş ülkeye verdiği veto hakkıyla bu organ, görevini yerine getirme konusunda yetersiz olduğunu defalarca kanıtlamıştır. Genel Kurulun herhangi bir yaptırım yetkisi yoktur. Ve BM, ICC ve diğer birçok uluslararası kuruluş, sürekli olarak yetersiz fon alıyor; bu da büyük ölçüde, devletlerin gönüllü katkılarına bağlı oldukları anlamına geliyor. Bu da onları, zengin ve güçlülerin, diğer bir deyişle varlıklı Batılı ülkelerin baskısına karşı savunmasız hâle getiriyor.

“Bir daha asla!” demek için İsrail’in saldırganlığı ve sömürgeciliği durdurulmalı ve soykırımın suç ortağı olan Batılı liderler de dâhil olmak üzere Filistin’deki insan hakları ihlalcileri hesap vermeli. Ancak burada durmamalıyız. Uluslararası kurumlarda, devrimci bir reform talep etmeliyiz. Bu kurumların gerçekten eşitlikçi hâle getirilmesi gerekiyor. Herkes için adaleti ve eşit hakları sağlayacak bir dünya düzeni yaratmak, kolay olmayacak. Bu hedef, hükumetler ve uluslararası kuruluşlar üzerinde değişim için baskı oluşturarak tüm dünyanın, sürekli çaba göstermesini gerektirecektir. “Bir daha asla!”nın gerçeğe dönüşmesini sağlamanın tek yolu, budur.

Saul J. Takahashi,

17.01.2024, Al Jazera English

Çeviren: İsmail Ceylan