Davet mi Dediniz?
Yazarlar

Davet mi Dediniz?

Öncelikle şu soruları sorarak başlamamız gerektiğini düşünüyorum. Davet nedir? Kime ya da neye davet? Neyle ya da nelerle davet? Kim ya da kimlere davet ya da muhatap kimlerdir? Elbette davet, Allah’a, Allah’ın kitabına, İslam’a, Peygamberlerin metodu ile, Peygamberlerin örnekliği ile tüm insanlara davet…

İşte soruların cevabı! Cevap kolay, ancak pratikte zorlandığımız, aksattığımız, unuttuğumuz, tembelleştiğimiz davet konusunu, biraz daha detaylı inceleyelim bakalım…

“Davet”; İslam’a, Allah’a çağrıyı, İslam’ı insanlara anlatarak benimsetmeyi ve uygulanmasını sağlamayı ifade eder. Davet, insanları Hakka, hidayete, Allah’a ve O’na kulluğa bir çağrıdır aslında.

İslam’a davetin muhatabı, bütün insanlardır. İslam’ın ilgi alanına giren bütün din ve dünya işlerinde, “davet” geçerlidir. İslam’a teslim olmuş Müslümanlara davet götürüleceği gibi, İslam’a teslim olmamış Müslümanlara (!) da davet götürülür. Ayrıca, ikili oynayan münafıklara, inkâr eden küfür ehline, hiçbir şeyden haberi olmayan sıradan insanlara da davet götürülür; muhatap, tüm insanlıktır. Kur’an’ın daveti, çok açıktır ve bütün insanlara yöneliktir.

“Tebliğ”, “irşad”, “vaaz”, “nasihat”, “emr-i bil maruf nehy-i anil münker”, “inzar (korkutma-sakındırma)”, “tebşir (müjdeleme)” gibi terimler, sözlük anlamları farklı olsa da faaliyet alanları ve amaçları yönünden davetle bazen aynı bazen de yakın anlamlarda kullanılır.

Davet edenlerin başında Allah’ın elçileri gelir. Onlar, insanları Allah’a ve O’na kulluğa çağırırlar. Onların çağrısı, insanlara hayat veren şeyleredir (Enfal/24). Allah’ın elçileri, insanları Hak dine davet ederler, onlara bir baskı uygulamazlar, zorlama yapmazlar. Ancak onlar, kendilerine uyanları doğru yola iletirler, onları Allah’ın hükümleriyle yönetirler, onlara yol göstermeye ve örnek olmaya devam ederler. İşte bu anlamda “davet”, Peygamberlerin bizlere bıraktığı en büyük ve en kutlu “miras”tır.

İman eden bizler, güçlerimiz nispetinde davet görevini yerine getirmek zorundayız. Yani her Müslüman, bu davet görevinden sorumludur. Zaten Müslüman, kendi dininin temsilcisidir. O, hem İslam’ı yaşamaktan hem de İslam’ı başkalarına en güzel bir şekilde ulaştırmaktan sorumludur. Rabbimiz, bir ayetinde şöyle buyuyor: “Sizden, hayra davet eden, ma’rufu emreden ve münkerden sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler, işte bunlardır” (Al-i İmran/104).

İslam ümmeti de insanlar arasından çıkarılmış en hayırlı topluluktur. Çünkü onlar, Allah’a hakkıyla iman eder, iyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar (Al-i İmran/110). Hayırlı topluluktan olmak ve Allah’ın hayırlı toplum olarak zikrettiği insanlardan olmak için, davet görevini en önemli görevlerimizin ilk sırasına almamız gerekir.

Davetin etkili olabilmesi için, Peygamberlerin kullandığı metotlara başvurmak icap eder. Kur’an, davet konusunda üç önemli prensibi hatırlatır bize. Bunlar; “Hikmet”, “güzel öğüt” ve “en güzel bir şekilde mücadele”…

Kur’an, davetin nasıl olacağını, davet metodunu, yöntemini Peygamberimizin (s.a.v.) şahsında tüm Müslümanlara şu güzel ifadelerle bildirmiştir: “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et ve onlarla en güzel şekilde mücadele et” (Nahl/125). Emin (güvenilir) bir kişiliğe ve yüce bir ahlaka sahip olan Hz. Peygamber (s.a.v), samimi bir şekilde, söylediklerini yaşayarak, insanları Allah’a çağırmıştır. O, hitap ettiği insanları iyi tanıyordu ve onlara kendi durumlarına göre davranıyordu. Karşısındakine değer veriyor, konuşurken onların özelliklerini göz önünde bulunduruyordu. İnsanlara; af, hoşgörü, yumuşak huyluluk, tatlı dil ile yaklaşıyor, onlara tepeden bakmıyor, kin ve intikam duygusu taşımıyor, zorbalığa başvurmuyor, şefkat ve merhametle davranıyordu (Al-i İmran/153). “Davetin nasıl olacağı” sorusunun cevabını, Allah Rasulü’nün hayatında bulmak mümkündür.

Davetin etkili olabilmesi için, davetçinin, davet ettiği şeyi; öncelikli olarak kendisinin yapması, yaşaması ve yaşayışıyla örnek olması gerekir. Başkalarını düzeltmek için ayırdığı vaktin daha fazlasını, kendisine ayırmalıdır. Çünkü kendini, güzel bir şekilde eğitip terbiye eden kimse, kendini unutup başkalarını tezkiye etmeye çalışanlardan daha üstündür. Hz. Ali (r.a.), davetçilere öğütte bulunurken, onlara, “başkalarından önce kendi nefislerini eğitmek ve güzelleştirmekle işe başlamalarını” tavsiye eder ve şöyle buyururdu: “Kim, kendisini insanlara imam olarak kabul ediyorsa, başkalarından önce kendi nefsini eğitsin. Dilini düzeltmeden önce, yaşantısını düzeltsin.”

Davetçilerin; uzun, meşakkatli, tehlikeli ve zorluklarla dolu olan davet yolunda, -mutlaka dikkate almaları gereken ve onsuz hiçbir şeyin başarıya ulaşılması mümkün olmayan- Allah’ın yardımına güvenmeleri ve O’na müracaat etmeleri gerekir. Rasulullah (s.a.v), bu yolun uzun ve tehlikeli olduğunu ve özellikle ahir zamandaki davetçiler için daha da zor olacağını açıklayarak şöyle buyurmuştur: “Ey İslam cemaati! Hazırlığınızı iyi yapın, iş gerçekten ciddidir. Hazırlıklı olun, yolculuk yakındır, azığınızı alın, yolculuk uzundur. Yüklerinizi hafif yapın; çünkü ileride ancak yükleri hafif olanların geçebileceği bir yokuş vardır. Kıyamete yakın, işler zorlaşacak, musibetler artacak ve çetin bir dönem olacaktır. Zalimler, başta; günahkârlar, ön safta yer alacaktır. İyiliği emredenler, cezalandırılacak; kötülükten alıkoymaya çalışanlar, işkence çekeceklerdir. O zaman imanınız hazır olsun, ona iyice sarılın, salih amellere yapışın, nefsinizi buna zorlayın. Zorluklara sabredin ki sürekli olan cennet nimetlerine ulaşabilesiniz.”

Her davetçi, tıpkı Hz. Muhammed (s.a.v) gibi anlattıklarının en doğru olduğunu hayatıyla ortaya koymalıdır. Bu nedenle davetçinin yaşayışı, İslam üzere olmalıdır. İnsanları; bir guruba, bir hizbe, bir partiye, bir topluluğa ya da cemaatine, derneğine, vakfına veya bir kişiye bağlanmaya değil de Allah’a, O’na kulluğa, ibadet etmeye, İslam’ı yaşamaya çağırmalıdır. Şunu hatırlatmakta da fayda vardır; davet işi, bir cemaatin, bir gurubun işi değil, bütün Müslümanların üzerine düşen bir görevdir. Bu iş, tek başına yapılabileceği gibi, cemaat halinde de yapılabilir.

İslam’a davet; ‘Allah’ın sözü yüce, küfrün sözü ise paçavra olsun’ diye cihad ve mücadele etmektir.

Selam ve dua ile…

Harun AKÇA