“Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar, hayvanlar gibi hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar, gafillerin ta kendileridir” (Âraf, 179).

“Kalbi olan ama anlamayan…”

Kalp, Allah tarafından insana bahşedilen en yüce nimetlerden biridir. Bu nimeti, gereğince kullanabilen insan ise hayli azdır. Ayette geçtiği gibi “anlamak” için verilen bu organla insan, kendini anlamaya, doğayı anlamaya, var oluşu anlamaya, dünyayı, ahireti, melekleri, cinleri, şeytanları, hayvanları, bitkileri vb. anlamaya çalışmalıdır. Anlamaktan kasıt, nimetler üzerindeki cevherleri keşfetmek ve sırları öğrenmektir. Kalbini anlamak için, öğrenmek için kullanan insan, kalbin var olduğundan bile habersiz bir hayvandan ayrılır.

“Gözleri olan ama görmeyen…”

Gözlerin insana verilme sebebi; Allah’ın yarattığı her bir maddeyi, her bir ziyayı görmek, bilmek, görerek bilmektir. Mahşer günü, dilimizin görevini gözlerimizin yükleneceğinin bilincinde olursak, bu düşünceyle eşyaya bakarsak; bakmanın bile sevap kaynağı olduğunu anlarız.

“Kulakları olan ama duymayan…”

İşiten ama duymayan insan, hakikatlerin içinde saklı olan Rahmani vahiyleri duymaz, görmez, bilmez ne yazık ve ne vahim ki… Cahiliye devrindeki Kureyş’in büyüklerinin(!), Peygamberimizin (sav) ilettiği beyyinatı işittikleri ve doğru yolun İslam olduğunu -tabiri caizse- bal gibi bildikleri halde inkâr etmeleri, burada “kulakları olup duymayanlar” sınıfına giriyor ve kulağı olduğundan habersiz hayvanlarla aynı kademede oluyor, Allahuâlem…

İşte bu özellikleri taşıyan beşeriyetin, hayvanlardan bir farkı olmadığını buyuran Allah (cc), onları, cehennem ile müjdeliyor. Bu konuya ek olarak Said Nursi’nin bir sözünü aktarmak istiyorum: “Madem hayat, Esma-i Hüsna’nın nukûşunu gösterir. Hayatın başına gelen her şey hasendir.”[1]

“Madem hayat, Esma-i Hüsna’nın nukûşunu gösterir…”

Nakş/Nukûş. Yani nakışlar, resimler… Bunlar, sıradan dünyevi resimler değildir. İnsan eli değmiş, beşerî sanatlar değildir. Yüce Allah’ın, layık gördüğü kullarına sunduğu, onlara lütfettiği tüm nimetlere, görünen görünmeyen tüm varlıklara, Said Nursi; “Esma-i Hüsna’nın nukûşu” demiştir. Dillerde, Allah’ın sanatı diye dolaşan bu nakışlar, beşeriyetin bilincine, ilahî bir halk ediş olarak kazınmıştır.

Bu nakışlar, her daim insanın etrafındadır. Fakat bakmak ve görmek birbirinden farklı iki kavram olduğundan, her bakan bunları görmüyor, görmeye çalışmıyor. Bundan dolayı da insanda şükür bilinci oluşmuyor. Şekûr olan Allah, insanlarda şükretme ibadetini görmek istediği hâlde, baktığı halde göremeyen insanoğlu, bir nevi üzerine vacip olan bu görevi yerine getirmiyor. Ve gariptir ki malının az ve yetersiz olduğunu dile getirenler, bu nedenle de Allah’a neredeyse isyan edenler; meselenin özüne inince, genellikle şükrü hayatlarından eksik ediyorlar. Her gün yeni eşyalar ve yiyecekler verdiğiniz birinin, tek bir teşekkür bile etmeden yıllarca sizin cebinizden yaşayıp gitmesi ne kadar normaldir?

“… Hayatın başına gelen her şey hasendir.”

Hayatın yani insanın başına gelen her şey hasendir, iyiliktir, güzelliktir… Çünkü bu hayat ve içindeki zîhayatlar, Esma-i Hüsna’nın nukûşudur, sanatıdır, resmidir… Allah’ın yarattığı, var ettiği nimetlere, ne kâfirler ne de müminler kötü/olumsuz bakmıştır -bu bakışlar her ne kadar apayrı açıdan olsa da- insanda mevcut olan ya da olmayan eşyalar, yiyecekler, giysiler, para, mal, mülk; her daim onun arzusunda yer edinmiştir. Eğer hasen olmasa bu nimetler insanda istek uyandırır mıydı?

İşte Said Nursi’nin bu güzel tasviri, insanda, hem şükür bilincini hem de bakma-görme kabiliyetini uyandırıyor. Başımıza gelen her şeyin hasen olmasını Rahman-u Rahim’den niyaz ederim. Tabi bunun; Allah’ın, kişinin şükrüne bakarak nasip ettiği bir nimet olduğunu unutmamak gerektiğini de âcizane bildirmek isterim.

Rüveyde Bera PALA

[1] Sözler, Said Nursi, Yeni Şafak Gazetesi Yay, Ocak 2005, İstanbul.