Hamd, övgü, sena, teşekkür âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah’a; salât ve selam da biricik örneğimiz, rehberimiz, önderimiz, öğretmenimiz olan Yüce Allah’ın Rasulü Muhammed’e (aleyhissalâtu vesselam) olsun.
İnsan, kendini adayabilir mi? İnsan, kendini neye adayabilir? İnsan, neyi adayabilir?
Ne kadar kutsalı varsa insanın, o kadar adanabilme ihtimali var demektir. Çünkü insan, sevdiğine, değer verdiğine, önemsediğine, kıymet biçtiğine yakın olur, adanır. Tanımadığına, önemsemediğine yakınlaşmaz, vaktini vermez, sevgi beslemez. Ve adanma, sözle olmaz, sadece sözün ifadesi adanmayı anlatmak için kifayet etmez. Lafla peynir gemisi yürümediği gibi, insanlık, adamlık, adanmışlık yolları da sadece konuşmakla, temenniyle, oturmakla, bakmakla, beklemekle yürünmez, aşılmaz.
Söz ile fiili, niyet ile ameli, plan ile operasyonu, teori ile pratiği buluşturanlar, asıl adanmışlığı idrak etmiş, içselleştirmiş olanlardır. Kemiği olmayan dilden sadır olan ifadeleri, kemikleşmiş eylemlerle, erdemlerle buluşturmadan olmaz. İddia sahibi olmaktır adanmak. Ve adanma eylemi, ispat ister. Elle tutulur, gözle görülür hüviyete bürünme özelliği barındırır bağrında, müddeinin sermayesi olan iddia.
Üst düzey bir gayret ve samimiyet, daimi bir hareketlilik ister adanma yolu. İçtenlik olmadan, gönüle yol verdirmeden, gönlün yolunda yürümeden, hedefe kilitlenmeden, her dem sefer bilincinde/sefer halinde olmadan, her yeni günde daha ileri boyutta, daha iyi noktada olmak için mücadele vermeden, feda şuuruyla demlenip fedakârlığı solumadan, içmeden, uğruna adanılan şeyi her şeyden değerli, gerekli, anlamlı ve üstün tutmadan, bu değerlilik, gereklilik, anlamlılık ve üstünlüğe tutunmadan olmaz.
Dünyalık hesaplar, menfaatler geriye atılmadan, tüm varlık o yol için satılmadan, gece gündüze katılmadan, anadan, babadan, yardan, evlattan geçilmeden adanmışlık yurduna varılmaz, varılamaz, varılamamıştır da. Ayrılmadan, terk etmeden, uzaklaşmadan kavuşamaz, buluşamaz, bulamaz, duramaz insan. “Ayrıldıkça kavuşmayı” tercih edendir adanmış kişi.
Aklın, fikrin hep “burada” ve “kendinde” olmasıyla da olmaz. Akıl, fikir ve dahi zikir, yedi iklim, dört kıtayı dolaşmalı, “dünya” ile buluşmalı. Diyar diyar konaklamalı. Ümmet ile olmalı, ümmet ile dolmalı, ümmet ile doymalı, ümmet ile yatıp ümmet ile kalkmalı. Kalbi hep onlarla atmalı, onlarla imanı, kardeşliği tatmalı. Onlarla konuşup onlarla susmalı.
Onlarla okuyup onlarla dokumalı anlam örgüsünü. Onlarla terennüm etmeli anlamın, ahlakın, ahkâmın derunî türküsünü. Onlarla çekmeli kötülüğün, şerrin, iğrençliğin, anlamsızlığın sürgüsünü. Onlarla takmalı iyiliğin, hayrın, güzelliğin süngüsünü. Onlarla bereketlendirmeli insanlığın/İslamlığın aziz, sonsuz, bitimsiz döngüsünü.
Yakınmadan, akın akın yakınlaşmalı insan. Ey yakınan! En güzel, en ulvi, en doğru, en samimi, en kalıcı, en sahici tavrı takın!
(Buradan itibaren daha önce yayınlanmış olan “Her Haneye Bir İsmail!” başlıklı yazımı, konunun önemine binaen sizlerle tekrar paylaşmayı uygun görüyorum.)
HER HANEYE BİR İSMAİL!
Tarihin birinde, bir kurban oluş destanı yazılmıştı. Bir destan ki, yiğitlik devşirildi yeryüzüne. Bir baba ve bir oğul; yani İbrahim ve İsmail (aleyhisselam). İki fail ve vuku bulan bir fiil. Söz tükendi, cesaretin, şecaatin ve teslimiyetin kareleri çizildi arza. Rabbe yakınlaşmanın muhtevası, büyük bir imtihanla insanoğluna öğretildi. Nebevî bir rüya; hüküm ise, “ezbehûke” (boğazlamak) idi. Bu ciddi, hakiki ve ispat isteyen vakâ karşısında, iman ehli evladın dirayeti ibretamizdir: “O, kendisinin yanında yürümeye başlayınca dedi ki: Oğulcuğum; doğrusu ben, rüyada iken seni boğazladığımı görüyorum. Bir bak, ne dersin? O da dedi ki: Babacığım; sana emrolunanı yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun” (37-Saffat, 102).
Aman Allah’ım! Bu ne hoş bir iman, itaat ve teslimiyettir! Bu, ailesinden ve yakınlarından kopmuş, toprak ve vatanından hicret etmiş bir yaşlı İbrahim (as)… İşte bu kişiye, ihtiyarlığında bir oğul veriliyor. Uzun zamandır, ümitle beklemişti onun gelmesini. Bu çocuk, Rabbinin “uysal” diye nitelediği meziyete sahip bir “oğul” olarak dünyaya geliyor. İşte, İbrahim’i (as) izliyoruz:
Tam oğluna alıştığında, oğlu çocukluktan kurtulup da onunla birlikte koşma çağına eriştiğinde ve yaşantısında ona eşlik edebilecek çağa geldiğinde… Evet, İbrahim (as) ona tam alışıp bu biricik çocukla huzur bulduğu anda, rüyasında oğlunu boğazladığını görür. Bu rüyanın, Rabbinden oğlunu kurban etmesi için bir işaret olduğunu anlar. Niçin? Tereddüt etmez. Aklına, itaat ve teslimiyetten başka bir şey gelmez? Evet, bu bir işarettir. Sadece bir işaret… Açık bir vahy değil, direkt bir emir de değil. Ancak Rabbinden bir işaret… İşte bu yeter. Uymak ve boyun eğmek için bu yeterli. İtiraz etmeden, “Ya Rab! Biricik çocuğumu niçin boğazlayayım” diye Rabbine sormadan, itaat için bu yeterli. Fakat İbrahim (as), bu isteğe can sıkıntısı içinde uymuyor. Sabırsızlık göstererek teslim olmuyor. Gönül huzursuzluğu içinde boyun eğmiyor. Asla! Tutumunda görülen kabul, hoşnutluk, iç huzuru ve sükûnettir. Bütün bunlar, korkunç durumu acayip bir iç huzuru ve sükûnetle oğluna açtığı sözlerinde görülüyor: “Oğulcuğum; doğrusu ben, rüyada iken seni boğazladığımı görüyorum. Bir bak, ne dersin?”
Bu sözler, sinirlerine hâkim, yüz yüze geldiği emrin hak olduğundan emin, görevini yaptığına güvenen bir insanın sözleridir. Aynı zamanda bu sözler, karşılaştığı emir kendini korkutup da acele ve telaşla bir an önce, ondan kurtulmaya ve işi bitirmeye çalışan ve işin sinirlerinin üzerindeki baskısını atıp, rahata ermeye çabalayan bir kimsenin sözleri değildir.
Durum, gerçekten zordur (bunda hiç şüphe yoktur). Kendisinden, biricik oğlunu savaşa göndermesi istenmiyor. Ondan, oğlunun hayatına mal olacak bir şeyi oğluna emretmesi de istenmiyor. Ondan, bu işi bizzat kendisinin yapması isteniyor. Bizzat, neyi yapacak? Oğlunu boğazlayacak. O, (bununla birlikte) emri bu şekilde karşılamakta, oğluna bu teklifi götürmekte, oğlundan kendi durumunu iyice düşünmesini ve bu konuda görüşünü bildirmesini istemektedir.
İbrahim (as), Rabbinin işaretini yerine getirmek için oğlunu aldatmaya başvurmuyor. Aksine oğluna bu emri alışılmış bir emir gibi sunuyor. Zaten bu emir, İbrahim’e (as) göre diğer emirler gibidir. Rabbi istiyor… Rabbinin istediği olsun. Baş ve göz üstüne… Oğlu, bunu bilmeli. Emri, zorla ve mecbur ederek değil, itaat ve teslimiyet içinde kabullenmeli. Böylece o da itaatin karşılığını elde etmeli, o da teslim olmalı ve teslimiyetin tadını tatmalı. İbrahim (as), kendisinin tatmış olduğu itaatin tadını, oğlu da tatsın istiyor. Kendisinin görmüş olduğu hayrı, dünya hayatından daha baki ve daha kazançlı olan hayrı, o da elde etsin istiyor. Babasının görmüş olduğu rüyayı tasdik etmek için boğazlanma teklif edilen çocuk, ne durumdadır?
Oğul, kendisinden önce babasının yükseldiği ufka yükselmektedir. “Çocuk: ‘Babacığım, sana emredileni yap, inşallah beni sabredenlerden bulacaksın’ dedi.” Oğul, emri sadece itaat ve teslimiyetle kabullenmekle kalmıyor; fakat bunun yanında hoşnutluk ve kesin bir inançla karşılıyor: “Babacığım.” Bu sözde, sevgi ve yakınlık var… “Boğazlanma” durumu, onu huzursuz etmiyor; korkutmuyor ve doğru yolu kaybetmesine yol açmıyor. Hatta terbiye ve sevgisini bile sarsmıyor. “Sana emredileni yap.” Babasının kalbinin hissettiklerini, o daha önceden hissediyor. Rüyanın işaret olduğunu hissediyor. Bu işaretin de bir emir olduğunun farkında. Bu kadarı tereddütsüz, hileye sapmadan ve şüpheye düşmeden emri yerine getirmek ve emre uymak için yeterli. Sonra bu söz, Allah’a karşı edeptir. Bu, kendi gücünün sınırını ve dayanma gücünün hududunu bilmektir. Bu, güçsüzlüğüne karşı Rabbinden yardım dilemektir. Ve kurban olurken; itaat ederken bu gücü asıl verenin, Allah olduğunu bilmektir. “İnşallah, beni sabredenlerden bulacaksın,” dedi. Oğul; kahramanlık, cesaret gösterisine kalkışmamış, umursamaksızın tehlikeye atılmamıştır. Kendi şahsında, ne gölge ne hacim ne de bir ağırlık görmüştür. Bütün yaptığı, kendisinden yüce Allah’ın dilemiş olduğu şeylere, Allah’tan yardım görmüşse ve ona sabır gücü vermişse bütün üstünlüğü Allah’a bağlamaktır. “İnşallah, beni sabredenlerden bulacaksın.” Allah’a karşı ne güzel bir edeptir bu! Ne hoş bir iman, ne şerefli bir itaat ve ne büyük bir teslimiyettir bu!
Oğlu İsmail’in cevabı gerçekten dillere destan. Bakın, babasının bu sözüne cevaben diyor ki: “Ey babacığım, emrolunduğun şeyi yerine getir, inşallah beni sabredenlerden, Allah’ın emrine teslimiyet gösterenlerden bulacaksın.” Bu, tüm çocuklara örnek bir tavırdır. Dünyanın tadını çıkarmak isteyenlere, Allah yolunda nasıl kurban olunacağını anlatan en güzel bir örnektir. “Babacığım, sen emrolunduğun şeyi yap. Allah’ın isteğini yerine getir. İnşallah, beni Rabbimin emrine sabredenlerden bulacaksın. İnşallah ben de seve seve canımı Allah yolunda vereceğim.” Bir çocuk, kurban edilmekle karşı karşıya. Babasının Allah’a teslimiyeti, oğlunda billûrlaşıyor. Elbette babasının, bu denli Allah’a teslimiyetini gören evlât da Allah’a teslim olacaktı. Kocasının Allah’a teslimiyetini gören kadın da elbette Allah’a teslim olacaktı. Çocuklarından teslimiyet isteyen babalar, hanımlarından teslimiyet isteyen kocalar, kendilerinin Allah’a ne kadar teslim olduklarına bir baksınlar. Onlar ne kadar teslim olmuşlarsa, ötekiler de ancak o kadar teslim olacaklardır…
Derince düşünmenin zamanıdır… Zamanıdır, iyi bir vaziyet kuşanmanın…
Bu vakâ, teslimiyetin İsmail’cesi… Yeni bir tarihin, başlangıç çizgisi… Numune-i imtisal… Bir mirasın, kurbanın nirengi noktası… Rabbe yakınlaşmanın, O’na feda oluşun en barizi… Söz kalabalığının ölüm; cana kasteden bir eylemin doğum günü… Vahye muhatap bir babayı, görevinde tutma telkini… Hayatı verenin de alanın da aynı merci olduğu ve bu hakikate damga olma bilinci…
Hanelere, İsmailleri serpiştirme vaktidir şimdi. İsmailleri doğuracak analar (Hacerler) ve onlara teslim ve temsil olma şuurunu nakşedecek babalar (İbrahimler) olma vaktidir şimdi.
Bıçağımıza düşen her kurbanın kanı, bir baba-oğul kurbiyyetini zikreder. Yaşamak için ölme gerçeğini düşürür yüreğimize, zihnimize ve çehremize. Dua ederiz yaradanımıza; “Bizi, Sana ve aziz yolun İslam’a hakkıyla adanmış kullarından eyle.” Âmin.
Bu vesileyle bir kez daha, dilimizde mukim tutarız o cümleyi: “Bismillahi Allahu Ekber! (Ey yüceler yücesi olan Rabbimiz, Senin isminle keseriz, Senin isminle kesiliriz.)”
Fatih PALA
fatihpalafatih@gmail.com
Faydalanılan Eserler:
Fî zilali’l-Kur’an, Şehid Seyyid Kutub
Besâiru’l-Kur’an, Merhum Ali Küçük
-
Adanma Yolunda
- 23 Ağustos 2022