Bu çağın insanına eğitim verilmesi şartsa işe, evvelce hidâyet kavramını akıllara gereğince aşılamakla ve ruhlara sirayet ettirmekle başlamak gerekir. Eğitim meselesi, günümüzde yalnızca hayat yolunu kolay ilerletmek amacıyla tırmanılan bir dağa benzetilmekte ve dünyevî dertlere çare olacak bir uğraş hâline indirgenmektedir. Hâlbuki bedenler, sadece ezberlenmiş yöntemlerle eğitilse de sadırlara yerleştirilen kalpler, içi bomboş bir hâlde, donuk zihinler eşliğinde yaşayıp gitmektedir. O kalplerin ve akabinde bedenlerin dirilmesi için, hidayet nûrunu insanlara ulaştırmak gerekir. Eğitim, sadece toplumun değil, önce Allah’ın, sonra Rasullerin rızasına ermek için çaba göstermenin adı olmalıdır. Eğitim, üzerinde bulunan her çukurda, Kur’an’ın elinden tutturup dirilten bir yol olmalıdır. Ve eğitim, eğitilene, karanlık bir dünyanın değil, aydınlık bir dünyanın kapılarını açmaktır.

“(…) Allah, dilediği kimseyi doğru yola eriştirir” (28/56) ayetindeki ‘doğru yola eriştiren’ fail, hem Allah (c.c.) hem de insanın kendisidir. İnsan istemedikçe, aydınlığı dilemedikçe, ahiretini kurtarma derdinde olmadıkça, zihnini diriltme çabasına girmedikçe, Allah, o kimseyi hidayeti ile şereflendirmez.

Doğumundan ölümüne kadar kendini yetiştirme yolunda ter döken insan, dünyasını kurtarmanın yanı sıra ebedî âlemdeki ahvalini hesaba katmaz mı? Dünyada, falan yeri kazanmanın derdiyle kendini yitiren insan, ahirette cenneti kazanamamanın kederiyle tek bir gözyaşı dökmez mi? Dünyada, malına mal katmak için yıllarını feda eden insan, ahirette bir tek kap suya muhtaç olmanın endişesine düşmez mi?

Veren de bir, alan da. Her şey geçer, her kıymetli değerini yitirir, her üstün mutlaka alçalır, sonunu ummadığımız dünya, bir gün ayaklarımızın altından kayar. Bizleri kurtaracak olan, sonsuz esenliğe erdirecek olan; ancak hidayete mazhar olmaktır, aydınlığı seçmek ve sonucunda dini tek rehber edinmektir.

Kişi, dünyadan soyutlayıp yalnızca ahireti için mi amel yüklemelidir omzuna? Hayır! Dünyada intikal ettiği sürece, Müslüman şahsiyetini ezdirmemeli, Allah rızası çizgisinde yolculuğunu sürdürmelidir. Ancak heva ve heveslerinin peşi sıra koşturup, yolunu istemeden de olsa karartmamalı, İslâm feneri eşliğinde hidayet nûrunu kuşanmalıdır. İnsanın yolunu ancak bu nûr aydınlatır, kalpleri ancak bu nûr ferahlatır, bedenlere ancak bu nûr kuvvet ve dirayet nakşeder. Artık dileyen dinine kalbiyle bağlanıp yolunu ışıtan nûruyla ilerler; dileyense gaflet perdesiyle Rabbinin açtığı yolları kendi elleriyle kapatıp tökezler… “Allah, kime hidayet ederse işte o, doğru yolu bulandır. Kimi de şaşırtırsa artık ona, doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın” (18/17).

İnsanın özü, topraktır. Tıpkı toprak gibi çeşit çeşit renkleri, çeşit çeşit huyları vardır. Kimi, kızgın güneşte rengini yitirmiş, aslından soyunmuş, farklı yerlere uçuşmuştur. Yani fıtratına yerleşen hidayet nîmetini, çevresindeki etkenler yüzünden terk etmiş, bu yola girmekten men olunmuştur. Kimi toprak tipi de çakıl taşı dâhi barındırmayan, pürüzsüz bir yüzeye sahiptir. Yani yaşantısında gelgitleri atlatmış, manevi eğitimini azimle sürdürmektedir. Her rahmet yağmurunda, yüreğinde yepyeni hidayet filizleri yetişmektedir.

Kur’an’daki satırlara sığdırılan mânidar ayetlerin, kalplerde bir uyanış, bir diriliş muştusu doğurması temennisiyle, beşikten mezara kadar hidayetle biçilmek/eğitilmek ümidiyle…

“Selam hidayete tâbi olanlara,

Allah’ın emrine gönülden uyanlara…”

Rüveyde Bera PALA